Osmanlı Korkusu ve İslam Dünyası
Birinci Dünya Savaşı sonunda tarih sahnesinden silinen Osmanlı Devleti’nin, ‘Anka Kuşu’ efsanesinde olduğu gibi, yeniden külleri arasından ortaya çıkmasının engellenebilmesi için, asıl/hâkim/egemen unsur konumundaki Türkiye ile tali unsur konumundaki Osmanlı’nın diğer varisleri arasında bilinçli bir ‘kutuplaştırma ya da yabancılaştırma’ politikası devreye girdirilmişti. Hiç kuşkusuz yıkılış koşullarının ezikliği, perişanlıklar ve psikolojik yönlendirmelerin etkisiyle sade vatandaşlar, ‘yönetici sınıfın teslimiyetçi politikaları’ karşısında dönüp neler olduğuna bakmaya fırsat bile bulamadılar.
Aklın, izanın, insafın ve vicdanın kabul edebileceği şey midir, yüzlerce yıl birlikte yaşamış halkların ortak devletleri dış müdahalelerle yıkıldıktan sonra, savaş mağduru bu insanların (üstelik neredeyse tamamına yakını Müslüman olan bu halkların) birbirlerine düşmanmış gibi kopuk ve karşı kutuplara mensup olarak yaşamaları?! Ama oldu… Daha da şaşırtıcı olan ise, Osmanlı Devleti’nin şemsiyesi altında yaşarlarken burunları bile kanamamış olan bu halkların, mensubu oldukları yeni/genç devletleri döneminde bir kere bile olsun huzur, güven, istikrar ve mutluluk içerisinde yaşayamamış olmalarına rağmen Osmanlı ve Osmanlı’nın hâkim unsuru konumundaki Türkiye ve Türk milletine düşman olarak yetiştirilmiş olmalarının etkisiyle dönüp geçmişlerine sahip çıkamamış olmalarıdır.
Osmanlı Devleti’nin en zayıf dönemlerinde bile İslam dünyasının derlenip toparlanarak ‘toptan kalkışma’ hareketine girişebilme potansiyeline sahip olduğunu bilen büyük güçler, Osmanlı mülkü ile Osmanlı milletini ve dolayısıyla tüm Müslümanlar ile dünyanın gelişememiş olan diğer bölgelerini sorunsuz bir şekilde sömürebilmek için Osmanlı Devleti’nin ‘küçültülmüş haline’ bile tahammül gösteremeyip, tarih sahnesinden tamamen silinmesine karar vermişlerdir. Bu bağlamda, aslında sadece Mısır ve diğer İslam ülkelerine değil, Türkiye’nin doğuş koşullarına da bu pencereden yeniden bakmakta büyük faydalar olacağına inanıyorum.
Zira ‘Halifeliğin psikolojik etki gücü’ nedeniyle, Osmanlı’nın en zayıf dönemlerindeki jeokültürel ve psikolojik etkinliği bile büyük güçlerin uykularını kaçırmaya yetiyordu. Hal böyle iken, şimdi, bir bütünün parçaları konumundaki Mısır, Suudi Arabistan ve diğer İslam ülkeleri ile Türkiye’nin (şimdilerde diğerlerinin kendi aralarında da) küçücük bir dirsek teması içerisinde olmalarına bile en küçücük tahammülleri bulunmamaktadır. Bu anlamda, aslında Mursi’ye verilen idam kararı üzerinden de bu Türkiye Mısır ve dolayısıyla tüm diğer İslam ülkelerinin birlikteliklerine darbe vurularak Osmanlı ruhunun bastırılmaya çalışıldığını düşünmemiz kesinlikle abartı olarak değerlendirilmemelidir. ‘Böl, parçala ve yönet/sömür’ politikasının özü de budur zaten…
Hülâsa, mesela; Osmanlı Devleti’nin parçalarından en önemli iki tanesi olan Türkiye ve Mısır gibi, mevcut ‘alt orta ölçekli ülke’ konumundaki yapılar bile “küresel düzene tehdit” olarak görülüyorlarsa, Osmanlı Devleti konumunda ‘büyük ölçekli bir İslam ülkesi’ inşa edilmesi karşısında nasıl telaşa kapılabileceklerini varın siz hesap edin/düşünün. Aslında, 1979’dan itibaren uygulamaya koyulmuş bulunan, Osmanlı coğrafyası üzerinde sürdürülmekte olan iç kavga ve hesaplaşmaların altında yatan temel sebep de budur.
Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılmış olduğu bir asırlık zaman dilimi içerisinde, Osmanlı’nın parçalarını kendi hesaplarına göre dizayn edip yönlendirmeye çalışan büyük güçler, zaman ilerledikçe, ‘kökü kazınarak tarih sahnesinden silindiği zannedilen’ yapının, beklentilerin aksine, kendi kökünden daha güçlü boyları/yapıları ortaya çıkmaya başladığını görmeleri üzerine, tahmin edilemeyecek boyutlarda telaşa ve hiddete kapıldılar. Bunun neticesinde, içinde bulunulan çağın koşullarına uygun bir hesap yapmadan, korku ve telaşın kör edici yönüyle, tıpkı Amerika kıtasında (Kızılderililer…) ve İberik Yarımadası’nda (İspanya ve Portekiz’deki Endülüs Emevi Devleti) olduğu gibi, kendilerince güya, ‘tehdit algılamasının temel unsurlarını’ kökten imha etme planını uygulamaya koymuş bulunuyorlar: Afganistan, Irak, Suriye vb gibi karışıklıklar...
Her türlü endişe verici durumumuz bir yana; pek tabii olarak, ‘orta çağ’ koşulları ile ‘bilişim çağı’ koşullarını karıştırmak zorunda kalmaları nedeniyle, peşinen kaybetmeye mahkûm duruma düşmüş olmalarına rağmen, kısa vadede elde etmiş oldukları başarılar ve arkasından devreye girdirmeye hazırlandıkları ‘mezhep savaşları’ projesi, büyük güçleri, daha bir hevesli olarak süreci sahiplenmeye teşvik etmektedir. Özellikle ‘iktidar hırsı’ nedeniyle her türlü ihanete hazır ‘bozuk kişilikler’ ile tamamen ‘kamufle edilmiş’ durumdaki dış bağlantılı kişiliklerin ihanette sınır tanımayan bağlılıkları, büyük güçleri, böylesi ‘iç hesaplaşmalara dayalı imha planı’ hamlesinde başarılı olacakları noktasında daha da kendilerinden emin bir noktaya getirmektedir.
İşte, böylesine somut ve cari hakikatler ortada dururken; coğrafyamızda, söz konusu gelişmelerden bağımsız bir anlayışla siyasete, ekonomiye, topluma, kültüre, güç yapılanmalarına yön vermeye kalkışmak ya da en azından talipli olmak kitleleri kandırmaktan başka hiçbir amaca/maksada hizmet etmeyecektir. O nedenle, Osmanlı bakiyesi üzerindeki en önemli ‘diri güç’ konumundaki Türkiye ve Mısır’daki hemen herkesin mutlaka durup önce kendisini hesaptan geçirerek yoluna nasıl devam etmesi gerektiğini yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir.
Bu hususta gereken hassasiyet, özen, dikkat, fedakârlık ve bilinç gösterilmediği takdirde, dün Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen’de başlatılarak geleceğe taşınmış bulunan ‘iç savaş’ sahneleri, yarın kaçınılmaz olarak Mısır, Suudi Arabistan gibi körfez ülkeleri, tüm kuzey ve orta Afrika, Güney Asya’daki Pakistan gibi ülkeler ve hatta Türkiye ve diğer Türk cumhuriyetlerine bile yaygınlaştırılabilir. Böylece kısa vadede Osmanlı coğrafyasındaki ve arkasından da tüm dünyadaki Müslümanlar birbirleriyle ‘mezhep ve etnik’ temelli çatışmaların kaçınılmaz tarafı haline getirildikten sonra, İslam dünyası, içerisinde debelenmekte olduğu ‘fetret devri’ durağanlığından kurtulma mücadelesini belki de birkaç asır daha başaramayıp boşu boşuna çırpınmayı sürdürecektir.
Sonuç olarak; bu tarz ‘korku ve imha’ reflekslerine dayalı neo-sömürgeci politikalar kısa vadede İslam dünyasının aleyhine sonuçlar doğursa da, orta ve uzun vadede “İsrail, İngiltere ve ABD” başta olmak üzere tüm diğer Batılı güçler ile buna seyirci kalan diğer devletlerin aleyhine sonuçlar doğuracaktır. Yazık değil mi?! Değer mi?! ‘İnsanı insanın kurdu haline getiren’ bu tip politikalar yerine, Hz. Adem’in (AS) torunları olarak birlikte Dünya’yı daha yaşanabilir bir yer haline getirici politikalara işlerlik kazandırsak ne kaybedersiniz?! Lütfen yapmayın; sizinle ‘barış ve ortaklık ilişkileri’ içerisinde yaşamaya hazır bu bölge insanlarının ellerini sıkmaktan kaçınmayın… Aksi halde, sizi bile yutabilecek derecede ‘aç ve doyumsuz’ bir psikolojiyle dünyayı yutmaya çalışan Çin Halk Cumhuriyeti’ni dengeleme sürecinde İslam dünyasını yanınızda bulamazsınız…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.