Bir Cesur Yürek: Lâmia Durak
Delikanlı, annesini, eli kolu bağlı işkencecisinin yanına getirir. Annesi tedirgin olunca, “Korkma anne! Artık o bizden korkuyor. Roller değişti.” der. Sonra adama şöyle bağırır:
-Evlâtları yıllarca aranıp bulunamayan, öldürülen işkence gören, kaybedilen bütün anneler adına benim anamdan özür dileyeceksin lan!
Adam, özür diler. Delikanlı, “Öyle değil” diyerek adamı, annesinin önünde diz çöktürür. Tekrâr özür diletir. Beğenmez. “Daha içten, bi daha” diye, tekrâr ettirir. Adam, bir daha özür diler. Delikanlı, gene beğenmez. “Neden kimden özür dilediğini anlamıyorum ki” deyince, adam, “Cemile’den” der. Delikanlı, “Ne Cemilesi lan! Sen kimsin benim anneme Cemile diyorsun?” diye avaz avaz bağırır. Annesine hanım diye hitap ederek özrü tekrâr etmesini ister. Adam, tekrâr eder:
-Cemile Hanım, sana, Arif Bey’e, Mete Bey’e yaptıklarımdan dolayı çok özür dilerim. Oğlan şu cümleyi de söyletir:
-Suçsuz günahsız yurtsever evlâtlarına, başkalarının uşağı maşası olarak yaptığım câniliklerden ve
hayvanlıklardan dolayı özür dilerim.
Sonra, oğlan annesine döner:
-Annem, sen bu aşağılık herifi affedebilecek misin?
Annesi, sesini çıkarmaz. Oğlan, işkenceciye son olarak şunları söyler :
-Bu ülkedeki hiçbir anne seni affetmeyecek. Hiçbir zaman sen ve senin gibilerini affetmeyeceğiz ve unutmayacağız. Sizin özrünüz yok. O kadar..
Sahne, Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinin son sahnelerinden birisi. Üç yıl boyunca, sırf bu sahne için Türkiye’yi oyalan dizi, reyting rekortmeniydi. Ülkücüleri, kâtil ve düzenin işbirlikçisi; solcuları memleketin mâsûm, mazlûm ve güzîde evlâtları olarak gösteren bir senaryosu vardı. Üç yıl boyunca, ince ince, bu mesaj verildi.
Yukarıdaki sahnenin işkencecisi Tuğrul, 12 Eylül’de hapishâne müdürüydü. Kaliteli solcu Arif’e ve Mete’ye işkence yaptı. Karanlık bir adamdı. Adı, milliyetçi bir tipi çağrıştırıyordu. Hem 12 Eylül’ün tek mağduru olmaya çalışan hem de dizinin çekildiği yıllarda darbeseverliğe soyunmuş olan solcuların, 12 Eylül’ün işkence yükünü subaylardan alıp sağcı bir polis müdürüne yüklemeleri çok uyanıkçaydı doğrusu. Öyle ya adama demezler mi “Madem asker size işkence yaptı, niye o zaman darbe istiyorsunuz, orduyu göreve çağırıyorsunuz?” Dizinin çekildiği sıralarda orduyu göreve çağırmak, yurtseverliğin gereği hâline gelmişti.
Velhâsıl, 12 Eylül’de ülkücülerin darbe mağdûru olduğunu ve hapislerde işkence gördüğünü, bu menfûr dizi ile unutturmaya kalktılar. Daha da vâhimi, bir kısım ülkücüler de onlarla iş tutup bunu unuttular.
12 Eylül’ün kudretli paşası, annelerden, eşlerden özür dilemeden öldü. Cenâzesinde, eşi hapishânede her türlü işkenceye mârûz kalmış bir kadın, “Hakkım, harâm olsun.” diye bağırdı. Bütün ezberleri bozdu. Nasıl bağırmasın? Her suçun kısası vardır ama, tâcizin yoktur.
Hem, geçmişi değiştirmeye çalışan solcuların hem de “Hakkımı harâm edersem iktidârın işine yarar.” kaygısıyla yarım ağız Evren eleştirisi yapan, rahmet dileyen ülkücülerin ezberini bozdu.
Lâmia Hanım’ı bir kere dinlemiştim. Mamak karşısında tuttuğu evi anlatmıştı. Tahliye olan her ülkücü, önce oraya uğrar; mutlaka onun çayını içermiş.
Önünde diz çöküp özür dilenmesi gereken ananın Cemile değil, kendisi olduğunu cesurca hatırlattığı için Lâmia Hanım’ı tebrik ediyorum. Helâl olsun!
Ayrıca, protestosunu yürekten destekliyorum. Adâletsizliğin, zâlimliğin, “Müslümana bu yakışır.” inancıyla kolayca affedilmesi; helâlleşme hazînesinin hoyratça tüketilmesi, sâdece zulmü besler.
Helâlleşmenin dayanılmaz ağırlığı zâlimin; dayanılmaz hafifliği mazlûmun olursa zulüm azalır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.