Patron Güzellemesi
İlahi arkadaşlar, çok komik oluyorsunuz. Bir yanda Ahmet Hakan, bir yanda Ahmet Kekeç… İlave yapayım: bir yanda da Ahmet Davutoğlu…
Yahu üçünüzün de adı Ahmet…
Peygamber adı…
Nedir Allah aşkına bu patron güzellemeleri?
Bari üçünüzün de patronu sizden daha bilgili, daha akıllı, daha yakışıklı, daha karizmatik, daha güzel, daha cesur, daha bilmem ne olsa…
Aydın Doğan’ı savunacağım diye hiç kalem oynatılır mı?
Ehem Sancak’ı savunmak hele…
Mevlana ile Şems arasındaki aşka erişmiş bulunan bu patronun savunması da gerçekten ödül verdiğimiz usta bir kalem olan Ahmet Kekeç’e hiç ama hiç yakışmadı…
Beceremedi de…
Yok efendim patrona hiç kadeh sunmamış yatında filan… yahut da zemzem…
Ofisini göstermişler, uzaktan, “ha öyle mi, hımmmm” yapıvermişmiş… Ahmet Hakan ile Ahmet Kekeç’in patron güzellemelerini beğenmedim.
Hem patronları da fotojenik değiller.
Karizmaları da yok…
Eh işte patron…
Parası var sayıyor…
Bana ne!
Antone S. Exupery’nin Küçük Prens’indeki gibi…
Küçük Prens bir gezegene gider ve bakar ki şişko biri durmadan para sayıyor. Ne yapıyorsun diye sorar. Para sayıyorum. Çünkü ben zenginim. Çok param var diyor. Sonra ne yaparsın. Bitince bi daha sayarım diyor.
Ne aptalca değil mi?
İşte kapitalizmin müthiş eleştirisi…
Bu iki kapitalist ister filan gazeteyi çıkarsın, isterse falan gazeteyi çıkarsın; ne fark eder ki…
Gelelim üçüncü Ahmet’e… Onun güzelleme yaptığı patron elbette daha yakışıklı, uzun boylu ve karizmatik…
Fakat Ahmet Hoca bu da yakışmıyor.
Sen sen ol…
Kendin ol…
Kendini anlat…
Özenme bir başkasına…
O kim olursa olsun…
Öyle uzun da konuşma meydanlarda…
Hele hiç politik ıvır zıvır konuşma…
Sana hiç yakışmıyor…
Oysa sen bilgili, düzgün bir hocasın…
Lütfen kendin ol…
Türkiye’yi hep kendi olmayanların devrinden kurtar…
Başka Unutulan Şeyler de Var
AKPARTİ iktidara gelirken güzel bir program hazırlamıştı. Güya süpermarketler şehir dışına çıkarılacaktı.
Gelişmiş ileri kapitalist ülkelerde mesela ABD’de bile artık öyle yapılıyordu.
AVM’ler şenir dışına yapılıyordu.
Güzel bir proje idi.
Şehirler mahalle kültürü içinde tarihi dokunun yaşatıldığı mekanlar, kültürümüzün mihveri olacaklar; yozlaşma bir nebze önlenecekti. Bakkal amcanın itibarı geri verilecekti.
Avm’ler hatta süper marketler park yeri geniş olan gerçek alışveriş yapmak isteyen insanlar için şehir dışına çıkarılacaktı.
Ya ne oldu?
Şehrin ortalarına yapıldı.
Bu projeden vaz geçildi.
Utah Üniversitesinden bir cemaatçi doçent iktidarı kandırdı.
Gecekondulu bir kız, cebinde metelik olmasa da özgürce bu mekanlara girip çıkabilir ve marka ürünlere dokunabilirdi. Bu da onun modernliği, gelişmeyi hissetmesine sebep olurdu. Bu zenginlik onda isyana değil tıpkı dizi filmlerde zenginlerin hayatlarını seyredip kendilerini onlardan sayma gibi bir duygu geliştirirmiş…
Ve AKP buna inandı.
Cemaatin tuzağına düştü.
Kapitalistleşti.
Hem de kapitalist ileri batı ülkelerinden daha çarpık bir kapitalistleşme…
Onlar bazı uygulamalarından vaz geçerken bizdeki çarpık kapitalistleşme adeta din değiştirme belasına uğrattı toplumumuzu…
Zavallı gecekondulu kız cebinde beş lira en pahalı mağazalara evet girip çıktı. Evet, soyunma kabinlerinde soyundu ve Claudia Schiffer’in giydiği mayoyu giyip üstünde denedi. Belki selfi yaptı telefonuyla, belki yürütebilirse yürüttü.
Her iki halde de mutlu oldu. Sonra o beş lirayla üst kattaki lokantaların birinde değil ortadaki meydanda bir lahmacun alıp yedi. Bir saatte yedi binicik lahmacunu. Ortamı paylaşmayı bildi. Artık kendi de bu düzenin ayrılmaz parçasıydı. Butluydu…
İşte iktidar bu mutluluktan pay çıkarmayı bilme sanatı dediler.
Yazık çok yazık ettiler…
Gazete Sahipleri Hani Başka İş Yapmayacaklardı?
Bir zamanlar Türkiye gelişmiş Batılı ülkelerdeki demokrasiye özenmişti.
Medya, siyaset, bürokrasi, iş dünyası dördülü içindeki kumpaslardan ülkeyi kurtarmak adına gazete sahiplerinin başka işlerle meşgul olmaları önlenecekti.
RTÜK gibi bir kuruluşun esbab-ı mucibesi bile bu arayışın bir sonucudur.
Adam her türlü iş kolunda holdingler işletecek ondan sonra da kamuoyunu yönlendirebilecek bir TV veya basın kuruluşunun sahibi olacak.
Elbette antidemokratik.
Elbette demokrasiye yakışmıyor.
Ama ne oldu?
Tam tersine…
Eskisinden ziyade şimdi medya organları iş bitiren ve siyasilerle düşüp kalkan patronların kontrolünde…
Böyle demokrasi olur mu?
Olmaz…
Yüz bin kere olmaz.
Bunu demokrasi diye yutturamazsınız.
O zaman ne olur?
Eli kalem tutanlar üç kuruş için patron güzellemesi yapmaya başlarlar.
İtibarlı kalemlere sahip olmayan basın da çürür.
Bir zamanlar AA genel müdürünün söylediği gibi…
“Artık meslekte itibarlı kimse kalmadı ne yazık ki” demişti…
Öyle de olmuş…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.