Kadı Gıyâseddin
2. Mehmed Han, İstanbul’u fethettikten sonra, iki papazın affedildikleri halde zindandan çıkmak istemediklerini öğrenir. Papazlar yeryüzünde adâletin olmadığına inanmaktadır. Papazları huzura çağıran genç Sultan, hikâyelerini dinledikten sonra, Osmanlı ülkesini gezmelerini ister. Eğer zulme rastlarlar ise geriye zindana dönmekte haklı olacaklarını söyler.
Papazlar yola düşerler. Önce, Bursa’da bir davaya şahit olurlar. Bir adam satın aldığı atın hasta olduğunu fark edince, kadıya müracaat etmiş; ancak, yerinde bulamamıştır. Bu arada at ölünce de hasta olduğunu ispat edemediğinden mağdur olmuştur. Atı satan adamdan şikâyetçidir.
Adamın derdini dinleyen kadı düşünür ve kendisini suçlu bulur. Zîrâ, adamcağız ilk geldiğinde makamında olsa hâdise bu raddeye gelmeyecektir. Kadı, adamın zararını kendi cebinden öder.
Papazlar çok şaşırır. Yola devam ederler. İznik’de başka dava ile karşılaşırlar.
Bir Müslüman, satın aldığı tarlada altın dolu küp bulur. Tarlayı satan adama götürüp “Ben üstünü satın aldım.” diyerek küpü vermek ister. Satan adam, “Ben altını da üstünü de sattım.” diye kabul etmez. İkisi de mahkemenin yolunu tutarlar. Kadı, bu iki kişinin kız ve erkek çocuklarını evlendirip altının çeyiz olarak verilmesini hükmeder.
Bu iki olaya tanık olduktan sonra papazlar, İstanbul’a dönüp Fatih Sultan Mehmed’in huzuruna çıkarlar. Osmanlı’nın adaletine inandıklarını söyleyerek zindana dönmezler.
Osmanlı üç kıtaya işte böyle hakim oldu. Adaletle. İlk kadı Dursun Fakıh’dan itibaren şer’i hükümleri uygulayan kadılar, adaletten şaşmadılar. Devlet zayıflamaya başlayınca, kadılık müessesesi de bozuldu. Makamında olmadığı için cezayı kendine biçen kadılar, makamlarını zulüm için kullandılar. Değil vatandaşın altın küpünü âdil bir şekilde pay etmek, kendi küplerini doldurma peşine düştüler. Bu konuda anlatılan hoş bir hikâye şöyle:
Halka zulmeden rüşvetçi bir kadı merkeze şikâyet edilince, eşyalarını toplar. Küp küp altınları atına yükler. Sona da boş bir küp bırakır. Halka dönerek şöyle der:
-Biraz daha sabretseniz şu küp de dolacaktı. Sonra rahat edecektiniz. Şimdi yeni gelen, boş küpleri doldursun da görün gününüzü.
Bir ayı, cennete gider. Cennet ehli şaşırır. Hani, Kıtmir gibi hayvanları duymuşlardır ama, ayıya pek şaşırırlar. “Ne yaptın da buraya geldin?” diye sorarlar. Ayıcık, “Ben aslında bir suç işledim. Filan yolda giden bir kadıyı yedim.” der.
Dediği kadı, bizim rüşvetçi kadıdır.
Elbette bütün kadılar, zâlim ve rüşvetçi değildi. Fakat, Osmanlı düşmanlığı yapmaya bayılanların en çok didikledikleri konulardan birisi, kadılardır. Çünkü kadılar, şeriati; yâni, İslamı temsil ederler.
Birkaç sene önce yayınlanan Timur Savcı yapımı Çalıkuşu dizisinde bir kadı vardı. Aman Allahım, o ne kadar tuhaf bir kadıydı öyle? Tam, hikâyedeki ayının ağzına lâyık cinsten. Çalıkuşu’nu yeniden yorumluyormuş gibi yapıp esasen dini ve dindarı karalamayı hedefleyen bu yapım çok şükür tutmadı.
Bu konuyu açmamın sebebi, Filinta dizisindeki Kadı Gıyâseddin. Tam, Fatih dönemi kadıları gibi. Yapımcı ve senaristleri tebrik ediyorum. Yıllardır, hep kötü örnekleri öne çıkarıp iyi örnekleri ısrarla zikretmeyen dizilerden sonra, Filinta ilaç gibi geldi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.