Erguvanları Kaçırdık Ama…
Anavatanının Güney Avrupa ve Batı Asya olduğu bilinen erguvan ağaçlarının İstanbul’da yoğun olarak görülmesinin ana nedenlerinden biri sanırım sert havaları sevmemesidir.
İstanbul’un korularında insan elinin değmemesi nedeniyle korunabilen ‘erguvan ağacı’ nın kültürümüzde çok önemli yeri vardır. Erguvan adına 14 - 19. yüzyıllar arasında şenlikler düzenleyen atalarımızın '' erguvan cemiyeti'', ''erguvan faslı'', ''erguvan bayramı'' gibi isimlerle anılması boşa değildir.
Bir zamanlar ağaçlarının sayılarının azalması üzerine, padişah fermanıyla boğaza dikilmesi emredilmiş olan erguvanlar sadece İstanbulluları değil, gelen turistleri de heyecanlandırmış bir ağaçtır. Eminönü, Üsküdar ve Beşiktaş'tan yapılan tekne turlarıyla erguvanları seyretmemiz mümkündü ama zamanını kaçırdığımızdan tek tük uzaktan da olsa seyrederek renklerini zihnimize kazımayı ihmal etmedik.
Dolmabahçe Sarayı Saat Kulesi bitişiğindeki TBMM Milli Saraylar Başkanlığınca işletmesi yapılan çay bahçesinde yudumladığınız kahvelerimizi yudumlarken martıların danslarını seyrettik. Dolmabahçe’yi ziyaret eden binlerce turistin bilet kuyruğunda beklediklerini görünce de atalarımızın muhteşem eserlere neden önem verdiğini bir kere daha düşünüyorsunuz.
İstanbul üzerine çok sayıda yazı, şiir ve araştırmalar yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Hikâyelere, romanlara ve ressamların tuvallerine konu ettikleri İstanbul ile ilgili olarak hayatını Ankara’da geçirmiş birisi olarak yazılmayanları yazmak veya görülmeyenleri görmek gibi bir iddiamız da yok.
Şunu itiraf etmeliyim ki, İstanbul ve onunla ilgili her konu beni heyecanlandırmıştır. İstanbul denilince ‘akan sular durur’ misali içimi bir his kaplayıverir. Nedendir, nasıldır bilemem ve anlatamadığım bir duygu ile İstanbul sevgisi içimde aşka dönüşüverir. Yolu uzakmış, trafiği çokmuş, iklimi dolayısıyla üzerimize giydiklerimiz rutubetten yapışıyormuş, benim için çok da önemli değil. İster karayolu, ister havayolu ile olsun İstanbul seyahatlerimde şimdiye kadar hiç şikâyetçi olmadım bundan sonra da olmam gibi.
Bunları neden mi anlatıyorum? Geçtiğimiz günlerde birkaç gün İstanbul kokladım da geldim. Eminönü’nde balık ekmek yemenin zevkini Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı ve Mahmutpaşa yokuşuyla tamamlarken, Sultanahmet’te soluklanıp Beyazıt’a doğru çiseleyen yağmurla birlikte adımlarımı hızlandırdım. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1550 de Mimar Sinan’a mimari dehasını konuşturma fırsatı verdiği ve 1558 de tamamlanan Süleymaniye Camii ihtişamıyla selamımızı alırken onu yaptıranların veya sebep olanların kabirlerini de ihmal etmeden, mekânda adını duyuran kuru fasulye ve pilavın lezzetinden bir şey kaybetmediğini de yakinen görerek gezimizi devam ettirdik.
Beyoğlu’nda özellikle de İstiklâl caddesinde kalabalığın arasında kaybolmanın her çeşitten insanla göz göze gelmenin heyecanını adımlarınızla gösterirken karşınıza 33 yıl evvel TRT televizyonunda katıldığınız ‘Maraton Bilgi Yarışması’nın sunucusu Halit Kıvanç çıkarda elini öpmez misiniz? Öyle de yaptım. Ara sokaklarına dalmadan yorgunluğumuzu hissedene kadar dolaştıktan sonra Galatasaray ağalarından Hüseyin Ağa tarafından 1596 da tek şerefeli ve kargir çatılı olarak yaptırılan camide ikindiyi eda edip, Taksim’den Beşiktaş dolmuşlarına kendimizi zor attık.
Bugüne kadar adını çok duyduğum ama nedense yolundan mıdır yoksa arada kaldığından mıdır bilemiyorum. Mimar Sinan eseri olan Rüstem Paşa Camii’ni de ziyaret ettiğimde ‘Tahiyat’ül Mescit’ namazı ile iktifa ettik. Tahtakale Hasırcılar Çarşısı’nda yer alan camiinin İznik çinileri görülmeye değer nitelikte. Mihrap ve minberle birlikte duvarlarında farklı desenleri İstanbul’da başka hiçbir camii de görmeniz imkânsız diyorum.
Klasik ile modern çizgileri bir arada yaşatan İstanbul’un şehir kültürünü de ileri seviyede yaşaması şehri yöneten iradeyi de akıllara getiriyor. Ulaşım açısından kalabalığa rağmen sınıfını geçen İstanbul yöneticilerini fedakâr çalışmalarıyla takdir ederken elde olmayan bazı sıkıntıları da yakın zamanda aşacaklarına inanıyorum. Özellikle belediye çalışmalarının kentsel anlamda başarılı olduğunu gözlemlediğim İstanbul’un Sirkeci tarafında bulunan sokakları da Doğu Bank alışveriş merkezi dolayısıyla ziyaret listemizde yer aldı.
İstanbul’un manevi mimarı Eyyüb’el Ensari (r.a) ziyaretimizde türbede yapılan inşaat ve yenileme çalışmasında sona yaklaşıldığı görülürken açılışının uzamasının nedenlerinden birinin de daha önce türbeden sökülerek yurt dışına kaçırılan bazı objelerin bulunarak geri getirilmesi için yapılan çalışmalar ve mevzuattan kaynakladığını öğreniyoruz.
Eyüp mezarlığına doğru adımlarımızı hızlandırdığımızda yağmurun etkisi de fazlalaşmıştı. Ama burada metfun bulunan Hacı Arif Bey, Süleyman Nazif, Fevzi Çakmak, Necip Fazıl, Zübeyir Gündüzalp, Nihat Sami Banarlı, Ahmed Haşim, H. Hilmi Işık, Ahmed Davutoğlu, Peyami Safa, Ömer Nasuhi Bilmen, Ahmet Kabaklı, Bekir Berk, Gönenli Mehmet Efendi, Esad Coşan, S. Ahmet Arvasi, Ömer Rıza Doğrul, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ferit Kam ve daha nicelerini ‘Fatiha’ larımızla dualarımıza paydaş ettik.
İstanbul ziyaretimizde merkez Beşiktaş olunca sahil yolundan Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin altından aracımızla geçtiğimizde gördüğümüz manzara karşısında sevinçlerimi eşimle paylaşırken Emirgan’a gelivermiştik. Önünde durduğumuz çay bahçesinin görevlileri aracımızı park yerine aldıklarında öğle namazını I. Sultan Abdülhamid tarafından yaptırılan Emirgan Hamid-i Evvel Camii’nde eda ettik. Oturduğumuz mekânda rüzgârın azizliğinden köşe bucak masa değiştirirken garsonların da dikkatini üzerimize çektik. Boğazın güzelliklerini seyrederken yunusları görmesek de eskiden gördüklerimize sayarak İTÜ Ayazağa yerleşkesinden Maslak tarafına geçip Ankara yoluna revan olduğumuzda yorgunluk emareleriyle İstanbul’un köprü trafiğine yakalansak da güzel anılarla yolumuza devam ettik.
Yahya Kemal’in “Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü seviyorum” sözüne nazire biz de “İstanbul’un Ankara yolunu sevmeye devam ediyoruz”
Ama İstanbul başka sevilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.