Kürşad
Diriliş dizisine temkinli yaklaştığımı; fakat yıllardır Hollywood yapımı filmlerdeki şövalyelere, krallara özenen gençleri düşününce târihçi gözüyle bakmayı bıraktığımı daha evvel yazmıştım. Diriliş’i seyreden çocukları takip etmeye başladım. “Bizimkiler” diye bir taraf duygusu zirve yaptı. Kayılar bir zafer kazanınca yerlerinde duramıyorlar. Bir arkadaşıma söyleyince, “Sen ne diyorsun, bizim evde sandalyeler tekmeleniyor” dedi.
Arkadaş, İngilizlerin elinde bir Robin Hood var. Çekmedikleri film kalmadı. Bu yıkanmayı bile bilmeyen haçlı şövalyesi, yıllarca gençlerimizin, çocuklarımızın kahramanı oldu. Oysa Robin Hood, Diriliş’deki Titus gibi Müslüman Türk düşmanı bir şövalyeydi.
Bugün, Diriliş Ertuğrul dizisinin senaristlerine husûsî bir teşekkürde bulunmak istiyorum. Önce biraz geriye gidip bir hatırlatma yapayım.
Doksanlı yıllarda yayınlanan Kaygısızlar adlı bir dizi vardı. Mahallenin üç şapşal kabadayısının adı Alper, Kürşad ve Kültigin’di. Târihî ve millî değerlerle yüklü bu isimler tahfif edilirken “Deniz” ismi sürekli yüceltildi. Karadayı dizisi sâyesinde, sıra Mâhir’e geldi. Mâhir, bir bölümde söyledi; çocuğunun adını Deniz koyacak. Deniz ve Mâhir, kahraman vatan evlâdı; Kürşad, komik, şapşal, psikopat mafya babası….
Ömrünü dâvâsına vermiş, hapislerde işkence görmüş ülkücülerin sola öykünmesini; seksen öncesini unutup sola güzelleme yapmasını görünce bu dizilerin ne kadar başarılı olduğuna iyice inanmaya başladım. Aşağılık kompleksi, çok ama çok tehlikeli bir şeydir. Neyse... Bu mesele, apayrı bir yazı konusu. Teşekkürümün sebebine gelelim.
Diriliş’in son bölümünde, dizinin Dede Korkut’u Deli Demir, Kürşad İhtilâli’ni anlattı. Oy oy oy... O ne anlatma öyle… Beni fazla romantik bulabilirsiniz belki ama, ağlayarak dinledim.
Ertuğrul’un alperenlerinden Bamsı, Turgut ve Doğan, ilk önce, Ömer Seyfeddin’in Kuru Kadı hikâyesindeki deli dervişleri hatırlattı bana. Kavga etmeleri, düşman üzerine giderken dellenmeleri aynı.
İyi de bu delileri, bir yerden daha hatırlıyordum ama nereden? Nihâyet hatırladım. Rahmetli Niyâzi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Kürşad İhtilâlini anlattığı “Bozkurtların Destânı”ndan.
Kürşad, yedinci asırda, Çin esâretinden kurtulmak için ayaklanan bir Göktürk subayı. Kırk askeriyle birlikte Çin sarayını basıyor. Kırk kişi, binlerce Çin askeriyle savaşıyor. Bunu yapmak için ancak deli olmak lâzım değil mi? O gece, hepsi toprağa düşüyor. Kırkında olmayan kırk yiğit, ölürken bağımsızlık ateşini de tutuşturuyorlar. Ertuğrul, nasıl Oğuzların “Osmanlı” olarak dirilişiyse Kürşad da Göktürklerin dirilişidir.
Böyle yiğit bir Türk askerinin adı niçin tahfif ediliyor diye merak edebilirsiniz belki.
Çin, târihteki en büyük düşmanlarımızdan biridir. Bu memlekette bir zamanlar, komünizmin Çin ayağı olan Mao’ya tapınanlar vardı. Bir adamın hem Çin’e hem kendi târihine âşık olması mümkün mü? Bu yüzden, Çin’e kafa tutan bu yiğidin ismini yaşatanları “faşist” yaptılar. Filmlerde de alay ettiler. Ecdâdının fetihlerini “işgâl” olarak görenlerden başka ne beklenir ki…
Kürşad’ı böylesine güzel hatırlatan yapımcı ve senaristlere teşekkürler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.