Uhud ve Seçim
İyi ki Mehmed Âkif, “Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi” dedi. Twitterda öyle yorumlar var ki bu mısrâı eleştiren Necip Fâzıl hayatta olsa ne derdi bilemiyorum.
“Uhud yenilgisi, bize Mekke’nin müjdecisiymiş meğer Reis”
İktidar mücâdelesini Uhud’a benzettiniz ya helâl olsun. Ne diyordu Hasan-ı Basrî?
“Siz Sahâbe-i Kirâmı görseydiniz onlara deli derdiniz; onlar da sizi görse sizin dininiz imanınız yok derdi.”
Canım çok sıkkın. Bu yorumu paylaşanlardan birinin yediği haltları ve ismini buraya yazsam kıyâmet kopar.
Siz kimsiniz Uhuddakiler kim? Onların tek yaptığı, bir anlık yanılma ile yerlerini terk etmeleriydi. Yok illa ünsiyet kuracağım diyorsanız, Mekkelilerin bıraktığı ganimetleri yağmalamalarına benziyorsunuz. Kaldı ki bu bile kemiyet olarak uyar; keyfiyet olarak uymaz. Onlar, helâl olanı yağmaladılar.
Hele Mekke’nin fethini hiç karıştırmayın. Peygamberimiz Mekke’yi fethedince, kuru ekmekle açlığını giderdi. Dünya böyle bir tevâzu görmedi; görmeyecek.
Siz, daha baştan büyük cihadı kaybettiniz. Nefsinize uydunuz. Yağmaladığınızın milletin malı olduğunu unuttunuz. Sandınız ki CHP’den kalan ganimet. Kendi günâhınız yetmezmiş gibi gecesini gündüzüne katarak bu millete hizmet eden, çağ atlatan tertemiz insanları, vatan evlâdını zan altında bıraktınız. Hırsız damgası vurdurdunuz.
Makamları, mevkileri sevdiniz. Devlet parasıyla dünyâyı gezmeyi; gezerek harcırah almayı sevdiniz. İhâleleri sevdiniz. “Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul” adâletsizliğine devam ettiniz. Velhasıl, CHP’nin kurduğu düzene adapte olup monşerleştiniz.
İşin garip tarafı şu ki Cumhuriyet kurulduğunda aynı süreci yaşayan; otuzlu kırklı yıllarda devlet malına saldırarak semiren; işe yarayan yaramayan çocuklarını devletin en güzel kademelerine yerleştiren; torpilin kralını yapan CHP, sizi eleştirir oldu. Koalisyonla da olsa iktidara gelince aynı süreci yaşayan MHP’liler sizi eleştirir oldu.
İsmini şu an hatırlayamadığım bir hoca şöyle demişti:
“Biz zannettik ki dindarlar iktidara gelince her şey tamam. Oysa tezgâh bozuk kurulmuş. Tezgâha giren bozuluyor.”
Aziz okuyucular,
Farkındaysanız derdimizin parti değil, ahlâk meselesi, açlık meselesi olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bu konudaki bir gözlemimi paylaşayım da ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın.
Ankara’da, kurulduğundan beri CHP’nin; sonra MHP’nin; şimdi de Ak Parti’nin çiftliği olmuş bir kurum. İki yemekhânesi var. Üst kattakinde, üst düzey yöneticiler, devlet parasıyla beş yıldızlı yemek yiyorlar. Alttaki, düz memurların yemekhânesi. Görevden alınan yönetici de altta yemek yiyor.
Kısacası, her hükûmet döneminde üst katın müşterileri değişiyor. Alta düşen bunalıma; üste çıkan havalara giriyor. Lüks aynı. Tek fark, bu dönemde barı iptâl edilmiş. Hasbelkader her iki yemekhâneyi de gördüm ve her ikisinde yemek yiyen yöneticileri tanıdım. Bu yüzden, Ak Parti döneminde aşağı düşmüş olan MHP’lilerin CHP ağzıyla “Vatan elden gidiyor.” yaygarasını da üst kata çıkmış olan Ak Partililerin “Vatanı kurtardık.” yaygarasını da hiç ciddiye almadım. Bu dönemde yukarıda yemek yemeye terfi eden dindar birisinden şunu duydum: “İnsan olduğumu hissettim.” Aynı kişi görevden alınınca, vatanın nasıl satıldığını anlatmaya başladı. Yâni, MHP-CHP korosuna katıldı.
Ben, görev îcâbı, misâfireten gittim. Bizi yemekhaneye götüren bürokrat yemek yemedi. Ben, “Buradan rahatsız oldum.“ deyince şöyle dedi: “Ben zaten burada yemiyorum. Sizin için geldim.” Bu bürokrat çok dindar birisi değildi ve yabancı lise mezunuydu. Orada yemek yemeyi umursamadığı gibi “Vatan satılıyor.” korolarının hiçbirisine dâhil değildi.
Şimdi söyleyin. Derdimiz parti meselesi mi ahlâk ve açlık meselesi mi?
Not: Önceki yazımda, Ak Parti-MHP koalisyonundan bahsetmem sâdece seçim sonucu sebebiyle değil. Her zaman, iki tarafın yanlışlarına karşı; doğrularına taraf oldum. Sokaktaki Gezi’yi, ülkücüler sokağa inmediği için atlattık. Sandıktaki Gezi’yi de inşallah bu dirâyet ile atlatacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.