Çöküşün Anatomisi
1800’lerde İngiltere’den getirdikleri tilki ve tavşanları Avustralya’ya sokan İngiliz sömürgecilerin kendi başlarına açtıkları iştir. Bu iki örnek bugün yabancı türlerin ait olmadıkları bir çevreye yaptıkları etkilerin en yıkıcı örnekleri arasında sayılır. Bu olay büyük bir çaba sonucunda kasıtlı olarak gerçekleştirildiği için dikkatsizlik sonucu meydana gelen olaylara göre hayli trajikti. Örneğin ulaşım sırasında bir yerden başka bir yere taşınan samanlar arasında gözden kaçmış ufak tohumların, zararlı otların yerleşmesine yol açtığı pek çok örnekte olduğu gibi…
Şimdi biz milyarlarca dolara mal olan bu iki yabancının kasıtlı olarak iki hayvan türünü getirmesini elbette akılsızca buluyoruz.
Tavşanlar koyun ve büyükbaş hayvanlar için yem olan bitkileri tüketti. Yerli otobur hayvanları saf dışı bıraktı.
Açtıkları oyuklarla toprağın altını oydular. Tilkiler daha önce böyle bir alışkanlığı olmadığı halde Avustralya’ya gelince sayısız hayvan türünü yok etti.
Bir belgeselde izlemiştim.
Avustralya gümrüğünde sert ve diğer gümrüklere nazaran neredeyse acımasız uygulamalar gösteriliyordu. Gümrükçüler, çantasında muz bulunan, ya da ne bileyim uçakta ısırdığı salatalığın yarısını çantasına atmış bulunan insanları saatlerce sorguluyorlardı.
Avustralya’ya niye geldin?
Amacın nedir?
Bu salatalığı bu ülkeye niçin sokuyorsun?
Kimsin nesin bir sürü sorgulama…
Adamlara kızmamak elde değil… Ne aptalca uygulama… Bu kadar sorgu sual olur mu yahu diyorsunuz.
Fakat kısa tarihlerinde yaşadıkları akla gelince adamlara hak vermemek elde değil.
Hem de ilk gelen sömürgeci İngilizlerin bilerek isteyerek yaptıkları nedeniyle adanın gen kaynaklarının nasıl bozulduğu biliniyor.
Daha önce Türkçe’ye çevrilen Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı eserinde de can alıcı uyarılarda bulunmuştu Diamond’un Çöküş* kitabını okuyunca hak verdim Avustralyalılara…
Ülkenin dışarıdan gelen yabancı bitkilere ve hayvanlara karşı doğal donanımı mevzu bahisti…
Bir ülkede bazı gelişmeler belki sadece birkaç kişi tarafından önceden anlaşılabilir. Büyük kitlelerin bu yeni gerçekleri fark etmemesi onların olmadığı ve gelişmesinin devam etmediği anlamına gelmez.
Büyük medeniyetlerin çöküşü, birçok ülkede toprağın ve suyun yitip gitmesi, iklim değişikliği, kuraklık ve en sonunda çöküş de böyle yaşanmıştır.
Diyelim ki bir şehrin belediye başkanı yüzde ellinin üzerinde oy alarak onlarca yıl o şehri yönetiyor.
Şöyle denemez.
Sen seçmenden milli iradeden iyi mi biliyorsun.
Evet, bilgi başka bir şeydir, milli irade dediğiniz kalabalıkların seçimi başka bir şey…
O yüzden Hak, hiç bilenle bilmeyen bir olur mu buyuruyor.
Bazı toplumların niçin yıkıcı kararlar aldıklarını sorgulayan Diamond buna algılamadaki başarısızlık diyor.
“Toplumların içinde bulunduğu ve bir sorunu algılamada başarısız olmalarına neden olan durumlardan belki de en yaygın olanı, inişli çıkışlı geniş çaplı dalgalanmaların gizlediği yavaş bir trend şekline dönüştüğünde oluşan durumdur. Yeniçağdaki başlıca örnek global ısınmadır. Günümüzde dünyanın çevresindeki sıcaklık derecelerinin son on yıllarda büyük oranda insanların neden olduğu atmosfer değişikliklerine bağlı olarak yavaş yavaş yükseldiğini fark ettik.”
Öyle ya her yıl ortalama 0,01 derece artışını nasıl baştan sağlıklı olarak algılayabilirdik ki…
Bazı liderler hala anlamamakta ısrar ediyorlar diyor Diamond. Bunlardan biri de o zamanki ABD başkanı Bush…
“Politikacılar gürültülü patırtılı dalgalanmalar arasında gizlenen ağır trendlerden söz ederken yavaş yavaş ilerleyen normallik deyimini kullanırlar. Ekonomi, okullar, trafik tıkanıklığı veya herhangi bir şey yavaş yavaş bozuluyorsa, her yılın bir önceki yıla göre ortalamanın üzerinde biraz daha kötü olduğunu fark etmek zordur.”
Yıllık sapmalar silsilesi içinde her şey ilk bakışta normal gibi gelir.
Manzara amnezisine uğrayan idrak yıllık değişimin yavaş yavaş olması nedeniyle son elli yıl aynı şey olduğunu sanmaya başlar.
Küresel ısınma nedeniyle kendi memleketi olan Montana’daki buzul alanların erimesini örnek verirken Diamond, biz de şehirlerimizin bozulmasından örnekler verebiliriz. Su ve toprak kaynaklarının bozulmasından, meraların hususiyetlerini kaybetmesinden…
Trafik, okullar, ekonomi her yıl gizlenen trendlerle daha kötüye gitmeye başlayınca bunu anlayamadık.
Diamond algılamadaki başarısızlığa ilave olarak öngörüdeki başarısızlığı, rasyonel kötü davranışı, yıkıcı değerleri, bazı irrasyonel başarısızlıkları, başarılı olmayan çözümleri anlatıyor.
Bir toplum sorun kendisine ulaşmadan önce herhangi bir nedenden dolayı onu öngörmede başarısız olabilir. İşte Avustralya’ya tilki ile tavşanı getiren sömürgeci İngilizler burayı vatanları yaptılar ama öngörmedeki başarısızlık yüzünden bugüne kadar adaya kötülükten başka bir şey getirmemiş oldular.
Yani kendi vatanı için de insan bilerek ve isteyerek öngörüdeki başarısızlık nedeniyle kötülük yapabilir.
Bir de bencillik. Bencillik en sık rastlanan rasyonel kötü davranıştır.
Mesela imar planlarını değiştirip park alanı üstüne kocaman avm, towers, plaza yok bilmem ne dikmek ilk bakışta rasyonel bir davranış gibi gözükebilir. Ama kötü bir davranıştır. Daha fazla kişinin kayba uğramasına ve on yıllara varacak toprak ve su kaynaklarının bozulmasına, şehir nüfusunun gereğinden fazla artmasına, trafik keşmekeşine, şehirde toplumsal psikolojinin bile bozulmasına ve daha mühimmi şehir estetiğinin kaybolması ve şehir kimliğinin yok olmasına sebebiyet verir.
Şehirde insanlar bazen ortak çıkarlarını fark etmezler. Birkaç kişinin çıkarı ortak çıkar gibi algılanır.
Kaynakları herkes aşırı kullanırsa da sorun vardır.
Mesela merada aşırı otlatma sonunda meranın elden çıkmasına yol açar.
Böylece tüketicilerin tümü ıstırap çeker.
Düşünün bir su kaynağı var ve o küçük yerleşim yerine yetiyor.
Yerin altında akiferler var. Bir kuyu açtınız ve bu birkaç eve yetti. Siz buraya devasa bir site dikerseniz, o zaman su kaynağı yetmeyecek ikinci akiferi de delip belki üçüncü akiferden su temin edeceksiniz. Derin kuyu pompaları ile iyi bir teknoloji kullandığınızı sanacaksınız. Belediye reislerini böylece kandıracaklar.
Sonunda o yapılaşma ve o aşırı tüketim, birinci ve ikinci akiferlerin su ile dolmasını önleyecek.
Cenab-ı Hakk Kur’an’ında boşuna demiyor:
Altınızdan su çekersek size kim su verecek
İşte kitap bunu yazarken bizim çok bilmiş ve hala Müslüman olduğunu zanneden sözde şehir eminleri ile idarecilerimiz kötü ve fakat güya rasyonel projelerini hayata sokmaya devam ediyorlar.
Kitaba rağmen…
Bilgiye rağmen…
Allah yine Kur’an’ında hiç akletmez misiniz diye soruyor. Boşuna mı soruyor?
Niçin akletmiyoruz. Yıkıcı değerler peşinde kötü rasyonel uygulamalarla öngöremediğimiz felaketleri hazırlıyoruz.
İstanbul battı, Ankara ve İzmir batmak üzere…
Toprak ve su kaynaklarımızı düşünen yok.
Emanet ehline verilmiyor.
Bilginin izini kimse sürmüyor.
Herkes algı algı diyerek algılama problemi yaşıyor. Algılamadaki ve öngörüdeki müthiş başarısızlığımız felaketleri kapımıza dayıyor. Maden faciaları, toplu konutların dere yataklarını işgali ve vuran sel felaketleri, akiferlerin çekilmesi, toprak ve su kaynaklarının bozulması ve daha neler neler sadece millî çerçevedeki yavaş yavaş gelişen normallikler… Ardında bin bir felaketi hazırlayan normallikler…
Bir de küresel felaketlerin yavaş yavaş normallikleri…
Küresel ısınma, iklim değişiklikleri, savaşlar, açlık, gdo’lar…
Kitlelere normal geliyor her şey…
İdarecilere niçin normal geldiğini anlamak mümkün değil…
Felaket geliyor diyorum duyan var mı?
*Jared Diamond, Çöküş. Medeniyetler Nasıl Ayakta Kalır Ya Da Çöker, çev. Elif Kıral, Timaş, İstanbul 2006.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.