Haydi, Suriye’ye Giriyoruz!
Türkiye’nin sınır bölgesinde ciddi bir değişim süreci yaşanıyor.
Nasıl oldu da işler bu noktaya geldi, Türkiye askeri müdahaleyi son seçenek olarak görmeye başladı.
Bunun yanıtlarını verebilmek için bölgedeki çıkar hesaplarını ve güç dengelerini iyi okumak, Türkiye’nin yakın dönem dış politikasını doğru yorumlamak gerekiyor.
ESAD İÇİN KARTLAR YENİDEN AÇILDI
Yıllardır Suriye yönetimini elinde bulunduran Esad ailesinin yönetimden çabuk bir şekilde uzaklaşabileceği ve Türkiye’yle ilişkileri gelişmiş yeni bir Suriye’nin oluşacağı düşünüldü. Ancak işler tahmin edildiği gibi gitmedi. Esad’ı istemeyen gruplar olduğu kadar, yıllardır rejim sayesinde zenginleşen, silahlanan gruplar da vardı.
Esad’ın gitmesi durumunda, (Irak örneğinde olduğu gibi) bölgenin tüm kaynaklarının ABD tarafından kontrol altına alınma ihtimali ortaya çıktı.
Devreye Rusya ve İran girdi. Hiç olmadığı kadar Esad’a yakınlaşıp, destek verdiler.
Türkiye ise Esad’ın gidişini hızlandıracağı düşüncesiyle (çözüm sürecinin de etkisiyle) PKK’nın Suriye kolu olan PYD ile yakınlaştı, lideri Salih Müslim devlet başkanı gibi Ankara ve İstanbul’da ağırlandı, örgütün silahlı militanları Türkiye’de tedavi edildi, Kobani’ye gönderilen yardımlar Kızılay’ın araçlarıyla taşındı.
Bu sırada yıllarca Osmanlı yönetiminde kalmış, Türk tarihinde önemli bir yeri olan, nüfusunun yarısını Türkmenlerin oluşturduğu Halep gibi şehirler perişan edildi. Tarihi eserler, külliyeler, camiler teker teker patlatıldı, bombalandı, insanlar öldü.
Suriye’nin kuzeyinde oluşan yönetim zafiyetini Türkiye’nin de onayladığı PYD ele geçirdi. Sonrasında PYD’nin asıl sahipleri ortaya çıktı. ABD, PYD’ye ‘koalisyon güçleri’ adı altında hava ve karadan destek verdi.
Türkiye’nin büyük önem atfettiği Özgür Suriye Ordusu ise yüzlerce milyon dolarlık yardıma rağmen başarısız oldu.
Çünkü sonradan üretilmiş, suni, tarihi, ideolojisi olmayan bir yapıydı. Değer yargıları Esad’ı devirmekten ibaretti.
Ancak elemanlarının yetersizliği, mahallelerden toplanan silahlı gücü kısa sürede etkisini yitirdi, çok başlılık oluştu.
IRAK’A GİRMEDİK ŞİMDİ SURİYE’YE GİRELİM
ABD, 2003 yılında Irak’ı ikinci kez işgal etti. AK Parti tek başına iktidara geleli 1 yıl bile olmamıştı. 1 Mart tezkeresi olarak tarihe not düşülen oylama ile birlikte Türkiye’nin ABD ile birlikte Irak’a girmesi Meclis kararıyla reddedildi.
Müslümanların canına, malına kast edenlerle ortak olunmadığı, Mehmetçiğin Ortadoğu çukuruna savrulmadığı iddia edildi.
Ancak kazın ayağı öyle değildi.
İncirlik Üssü’nden havalanan ABD uçakları binlerce Müslüman’ı canından, kardeşinden, evinden etti.
Irak’ın kuzeyi Barzani’ye, merkezi yönetimi Talabani’ye bırakıldı. 2002 yılında bitme noktasına gelen PKK, Irak’ın kuzeyinde yeniden canlandırıldı.
Peşmerge oldu bize ‘Bölgesel devlet başkanı’…
2002-2005 yılları arasındaki basın arşivine girip bakıldığında AK Parti hükümetinin peşmerge ve Barzani ailesine yönelik son derece sert söylemlerde bulunduğu görülüyor.
“Barzani sabrımızı taşırma, peşmerge kendine gel, haddini aştı, küstah, hain, PKK ile işbirliği içerisinde” gibi söylemler bizzat dönemin dışişleri bakanı, diplomatlar ve Başbakan tarafından söyleniyordu.
Şehitler gelmesin diye girmediğimiz Irak’tan, reddettiğimiz tezkerenin 3 sene sonrasında PKK’lılar gelmeye başladı. Sactan ve tenekeden ibaret olan sınır karakollarımızı bastı. Onlarca şehit verildi.
O zaman Irak’a girilseydi ve bilhassa TSK’nın gücünün kanıtlanacağı kuzey bölgede tampon bölge oluşturulabilseydi bugünkü tablo belki hiç yaşanmayabilirdi.
Bir diğer seçenek de şu olabilirdi. Bölgeye girmeyip sonu belli olmayacak bir maceraya atılmak yerine, sınır güvenliği sağlanabilirdi. Barzani ve avanesinin devlet haline gelmesi engellenebilirdi. Göz göre göre değiştirilen Türkmenlerin vatanları hakkında girişimler yapılabilirdi.
Kısacası bölge tamamen ve bile bile Barzani-PKK ortaklığına terk edildi.
SURİYE’YE GİRELİM, GİRMESİNE DE...
Gelinen son durumda Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin mutlak hakimiyeti ortaya çıkmış durumda.
Şimdi de Suriye’nin kuzeyinde PYD eliyle bu sağlandı. Çok hızlı bir şekilde ABD, İngiltere, Almanya onaylı bir Kürt koridoru açıldı.
Sonrasında da “Yanımızda devlet kurmaya çalışanlara hiçbir şekilde müsaade etmeyiz, TSK göreve hazır” şeklinde konuşulmaya başlandı.
Kısacası Türkiye her an Suriye’ye girebilir mesajları en üst protokolden dile getiriliyor.
Askeri müdahale demek, savaş demektir, ekonomik kayıp demektir, ama yeri geldiğinde mutlak gerekliliktir.
Ama sorulması gerekiyor.
Daha önce aklımız neredeydi?
‘NEDEN’LER
Neden, PYD’nin bu denli güçlenmesine müsaade edildi?
Neden, işler bu noktaya getirilmeden milli bir dış politika benimsenemedi?
Mısır’da Rabia’ya ağlanırken aynı tutum kendi soydaşlarımıza gelince neden sürdürülmedi?
Neden, çözüm süreci adı altında PKK’nın bölgeyi ele geçirmesine göz yumuldu?
Neden, Türk istihbaratı bölgedeki gelişmeleri daha önce göremedi, kestiremedi?
Neden, PYD’nin yöneticileri, silahlı güçleri yaralandıklarında Türkiye’de tedavi edilmeye devam ediyor?
Neden, Müslüman kanı akmasın diye çırpınırken, mitingler, gösteriler, eylemler yapılırken, İncirlik’ten kalkıp Irak’ı bombalayan ABD uçakları görmezden gelindi?
Unutulmasın ki Suriye ve Irak’ta işler bu noktaya gelmeden Türkiye ağırlığını koyabilir en azından bugün müdahale etmeyi planladığı PYD’ye göz açtırmayabilirdi.
PYD’ye müdahale edilmesi durumunda tetikte bekleyen Türkiye’deki PKK’nın silahlı unsurları için de acil eylem planının nasıl işleyeceği de ayrı bir sorun olarak karşımızda duruyor.
O yüzden aklı başında, ayakları yere basan, teoriden ziyade pratik uygulanabilirliği olan bir dış politika, bununla birlikte yurt genelinde asayişi sağlayacak bir iç politika oluşturulması gerekiyor.
Tüm bunların yanı sıra siyasi iradenin ‘devlet geleneği’ bilen bir kimlikte, karakterde olması gerekiyor.
Kolay kazanılmayan ve sürekli olarak bedel ödediğimiz bu topraklar bu kadar kolay heba edilmemeli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.