Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Bayram Sevinci

Bayram Sevinci

Küçük çocuklar câminin önünde toplanmış, gürültü yapmadan sessizce bekliyorlar. Hepsinin ellerinde bir torba. Çıt çıkmıyor. Neden sonra câminin kapısı açılınca, “Çıkıyorlar, başladı!” diye sevinç çığlıkları yükseliyor. Bütün çocuklar, sanki anlaşmış gibi câminin en yakınındaki eve koşuyorlar. Evin yaşlısı veya orta yaşlısı olan hanım, elinde şeker kutusuyla onları bekliyor. Hepsine birer akide şekeri veya kağıtlı şeker. Oradan diğer eve. Böyle böyle, köyün bütün evleri dolaşılıyor. Lokum veren varsa ne âlâ.

Günün sonunda kim ne kadar topladı çekişmesi başlıyor. O torbalar mukaddes bir emânet gibi korunup saklanıyor. İçindekiler yavaş yavaş tüketiliyor. Karın ağrısı, alerji kimin umurunda…

Çocuklar, böyle kapı kapı kapı gezedursun câmiden çıkanlar birbirlerini tebrik ediyorlar. Aralarındaki yaş silsilesine göre evler ziyâret edilip bayramlaşılıyor. Her evde sofralar hazır. Yaprak sarması, sütlaç, bişi… Şimdikilerin brunch dedikleri türden sofralar. Kahvaltı ve yemek arasında.

Gençler, kadınlar ayrı ayrı geziyorlar. İkinci, üçüncü gün, Hıdırellez misâli bağa bahçeye gidenler oluyor.

Hatırladığım ilk bayramlar böyleydi;  yaz mevsimindeydi. Hepsini köyde geçirdim. Tadı, hâlâ damağımda. Muhakkak ellerimize kına sürerdik. Komşumuzun bir arefe gecesi oturup iki metre basmadan bana diktiği elbisenin rengini ve desenini hiç unutmadım. Elle çevrilen eski bir dikiş makinesi, gaz lambasının ışığı.. Ben ağlamayayım diye neredeyse sabaha kadar uyumamıştı. Ben de onu seyretmiştim. 

Bundan mıdır bilemem, arefe geceleri uyuyamam. Elbisesini bekleyen küçük kızın heyecanı ile bayramı beklerim. Şimdiki çocuklar bu heyecanı bilmiyor. Nereden bilsinler bayramdan bayrama yeni elbiseye kavuşmayı? Biz, bayramlıklarımızı baş ucumuza koyar uyurduk.

Bayram sabahı, evin erkekleri câmiye, ben mutfağa. Allah ne verdiyse çocukluğumdaki gibi bayram sofrası kurmaya. Yaprak sarması, baş köşede. Çocuklarımdan birisi, her arefe günü, ola ki unuturum diye “Yaprak saracaksın değil mi?” diye sorar. İlle de nazlanırım. Ne mümkün unutmak? Beşir Ayvazoğlu, bunu, Marcel Proust’un bir çay fincanında bütün bir geçmişi yakalamasına benzetiyor.

Yıllar evvel bir arkadaşım, yaprak sarması bahsi açılınca, “Öyle süfli işler yapmıyorum.” demişti. Kariyer yapınca böyle oluyor maalesef. 

Sofrayı kurunca cama çıkar, câmiden dönenleri beklerim. Sokakta ellerinde ekmek, eve dönenleri görünce, içimdeki çocuk, “Çıktılar. Başladı.” diye bir çığlık atar. Kalbim yerinden çıkacak gibi olur.

Bunları yazarken keyiften dört köşeyim sanmayın. Etrafımız ateş çemberi. Muhâcir sofraları ıssız. Bayram yapacak hâlimiz yok ama, yine de bayram. 

En iyisi, bir kutu akide şekeri ile bir muhâcir sofrasına misâfir olmak. Akdimiz sağlam olsun diye…

Sâdece şeker mi?

Suya konacak salamura yapraklar, çok olsun. Bu gece, bir tencere daha sarılacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi