Vesayetin Sabiteleri
Yönetim organlarının etkinliklerinin denetlenmesini ifade eden vesayet kavramı, yönetim bilimlerinde sıklıkla ifade edilir. Vesayeti siyaset bilimi açısından tevil edecek olursak ‘yönetme meşruiyetine sahip olmadan, yasal ve geçerli usuller dışında iktidar araçlarını kullanmak; siyaseti dizayn etme gücünü elinde bulundurmak’ olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlının son döneminde İttihat ve Terakki ile birlikte ortaya çıktığını söyleyebileceğimiz vesayetin cumhuriyet dönemiyle birlikte tek parti vesayeti olarak karşımıza çıktığını söylersek tarihçilerimizi de yanıltmamış oluruz.
Açıklıkla ifade edecek olursak, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında ortaya çıkarılan anayasayla birlikte vesayet kurumsallaştırılarak organize edilmeye başlanmış, 1982 anayasası ile de varlığını pekiştirmiştir.
Bu bağlamda ülkemiz siyasetinde vesayet kavramını 27 Mayıs öncesi ve sonrası şeklinde tasnif etmemiz uygun düşecektir. Askeri darbenin sonrasında meydana gelen anayasadan önce vesayet rejimi olsa dahi o günlerde veya o yıllarda kurumsallaşmış bir görüntüsü yoktu. 1950’ye kadar vesayeti elinde bulunduran, yani toplumu ve siyaseti dizayn etme, denetleme, kontrol etme gücüne sahip olan anlayış, 1950 seçimleri ile iflas edince, on yıl sonra askeri darbe ve silah zoruyla bu gücü tekrar eline alıp, sonrasında kazanılan güçlerini aynı şekilde kaybedilmesini önlemek için vesayet kurumlarını acilen oluşturmuşlardır.
Bu noktada vesayet kurumları ile ne ifade ettiğimizi daha açık ifade ile tanımlayacak olursak; vesayetin seçilmiş iktidarın ve daha genelde siyasetin karar alma mekanizmaları üzerindeki gücünü görmemiz kolaylaşacaktır. İşte bu manada aklımıza gelen ilk kurum Anayasa Mahkemesi’dir. O mahkeme ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde bir vesayet tesis etmek için 27 Mayıs sonrasında muktedirlerin tasvip etmedikleri yasaların çıkışını engelleme görevini deruhte ederek darbe sürecinde yürütme üzerinde bir vesayet kurumu olarak şekillendirilmiştir. Temel mantığı seçilmişlerin manevra alanını daraltmak ve sınırlarını çizmek olan vesayet anlayışı bunun haricinde sivil bürokrasi ve sözde aydınlar eliyle de kendini güçlü kılmayı bilmiştir. Vesayetin en bariz örneklerinin yaşandığı ülkemizde bürokratik bir sistem kurulduğunu siyasetçilerimiz ve hukukçularımız da kabul etmektedirler.
Demokrasiye inanmış insanlarımızın vesayet sistemini kabul etmedikleri ortadayken, milleti devlet otoritesinin gücünü kullanarak her darbenin ardından demokrasiye geçildiğinde sistemin aksadığına şahitlik etmekteyiz.
Tüm demokratik iktidarlar askerî vesayetle şu veya bu ölçüde mücadele etmişlerdir. Bu doğrultudaki en büyük adımlar Ak Parti iktidarı zamanında atılmıştır. Bürokratik vesayetin en büyük sembolü gözüken Milli Güvenlik Kurulu artık askerin siyasetçiyi hesaba çektiği, ona posta koyduğu, ayar verdiği ortam olmaktan çıkarılmış gerçekten milli güvenliğimizi tehdit eden unsurlarla mücadele edecek görev anlayışıyla toplanıp kararlar veren bir kurul olmuştur. Bunu ilk olarak üyelerin oturuş planlarında yapılan düzenleme ile görmüş olduk.
Bütün bu müspet gelişmelere rağmen, hâlâ, bürokratik vesayetin yokedilmesi için yapılması gereken çok şey olduğuna inanıyorum. Zira vesayet sistemiyle mücadelede nerede bulunduğumuza doğru bakmamız gerekmektedir. Bu nedenle bürokratik vesayeti geri dönmeyecek şekilde tasfiye etmek için tüm demokratlar dikkatli ve gayretli olmalıdır.
Siyasi partilerimizin söylemlerinde, hareketlerinde, teşkilat yapılarında, üyeler bazında demokrasi kavramının yerleşmesi için çabalar sarf edilirken öte yandan, tartışmalarımızın, konuşmalarımızın ve görüşmelerimizin her anında demokrasiye ve onun erdemine atıfta bulunmayı ihmal etmemeliyiz diyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.