Eğlence, Bizi Ele Veriyor
Deniz Gezmiş’in meşhur bir parkası var. Kendisi ile bütünleşen parkanın hikâyesi çok ilginç.
ODTÜ’de saklandığı 1971 kış gecelerinin birinde, yurtta canı sıkılınca dolaşmaya çıkmış. Mimarlık Fakültesi’nin düzenlediği maskeli baloyu görmüş. Vestiyerden bu parkayı almış gitmiş. Yakalandığında üzerindeymiş.
O zamanlar da ODTÜ öğrencileri nöbet beklermiş. Ama ağaçlar için değil. Her sene düzenlenen baloda, Ankara gençliği, sabaha kadar doya doya, korkmadan eğlensin diye onlarca silahlı militan çatıda, bahçede nöbet tutarmış.
“Niye?” diye canları sıkılanlar olurmuş ama, itiraz etmek kimin haddine. Bu nöbetçilerin Ankara sosyetesi çocukları olduğunu sanmıyorum. Devrim palavrasına gönül vermiş zavallı gençlerdir muhtemelen.
İçeride, coniler gibi eğlenen sosyete çocukları; dışarıda, soğuktan titreyen devrimciler.
Deniz Gezmiş’in arkadaşları ile birlikte soyduğu bankanın, CHP’nin İş Bankası olması ilginç değil mi?
1968 Kasım’ında, Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü düzenleyen Deniz Gezmiş’in ölmeden önce, sâdece, “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” cümlesinden başka bir şey dememesi de ilginç.
Türkiye’de gözü açılan rejim bekçilerinin ya idamla ya da suikastle yok edildiği bilinen bir gerçek. Ölümünden bir kaç yıl önce, Mustafa Kemal yürüyüşü düzenleyecek kadar Atatürkçü olan Deniz Gezmiş, ölmeden önce, Kemalizimle ilgili tek bir söz etmiyor. Demek ki gözü bir hayli açılmış. Bir hayli de geç…
Sırrı Süreyya’nın kızının düğününde çekilen halayları, patlayan şampanyaları okuyunca hatırladım bunları. Nasıl patlattılar acaba? “Dağdakilerin şerefine” diyerek mi?
Dürüst olmak istiyorum. Bunu, sâdece, HDP’liler yapmıyor. Her partiden birileri yapıyor. Türkler de Kürtler de eğleniyor. Sağcısı da solcusu da aynı.
Ak Parti vekili Yasin Aktay, Cihangir’in üzerinden F-16 uçurmak istiyor. Gülse Birsel, “Cihangir’i yedirtmem.” diyor. Devlet Bahçeli, “Türkiye’nin kaymağını yiyenler, boğazda yalılarda viskisini yudumlayıp oyunu HDP’ye veren şerefsizler.” diye avaz avaz bağırıyor. Sırrı Süreyya, boğazda düğün yapıp şampanya patlatıyor.
Allahaşkına, bu vekillerin, artistlerin, boğazda viski yudumlayanların çocukları nerede askerlik yapıyor? Şehitlerin anası babası, şalvarlı, yamalı pantolonlu. Takım elbiseli olanı, vekil olanı niye yok?
Kaymak yiyenler, sâdece HDP’li şerefsizler mi sayın Bahçeli? Rahmetli Gün Sazak’ın kızının, Cem Boyner’in ilk eşi olduğunu öğrendiğimden beri kafam karmakarışık. Cem Boyner’in, bu evlilikten olan kızına, Ayvalık Cunda Adası’nda “patron kokteyli” akıtarak yaptığı düğün ile Sırrı Süreyya’nın düğünü arasında ne fark var veya Çırağan Sarayı’nda İslâmî usûllere göre yapılan düğünün?
Yanlış anlaşılmasın. Bu bir eşitlik arayışı değil. Şehitlik sıradan bir şey değil ki herkese nasib olsun. Rabbimin verdiği şehitlik makamı için “niye?” sorusunu sormam.
Ama, yanlış olan bir şeyler var.
Vaktiyle, bir tanıdığım mevlüt okutarak evlenmek istedi. Gelin hanım, “Ne olur düğün yapalım, evlenince her gün mevlüt okuturuz.” demiş. Vur patlasın, çal oynasın evlendiler.
Hangi maskeyi takarsak takalım, düğün ve eğlence deyince maskeleri atıyoruz. Çingenenin müziği duyması gibi…
Biz, şehitleri unutuyoruz: HDP’liler, dağdakileri. Düğünden önce bayrak açıp “Şehitleri unutmadık.” diye poz veren; sonra da doya doya eğlenenler ile Sırrılar arasında ne fark var?
Düğün bir kere oluyor diye kimin ne diyeceğini umursamıyoruz.
Oysa, ölüm de bir kere…
Not: Deniz Gezmiş’in parkasını daha evvel de yazdım. Parasını vestiyere bıraktığına dâir bir mail aldım. Doğru mu bilmiyorum. Zâten ben de “çaldı” kelimesini kullanmadım. Bilginize...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.