Ahmet Türk

Ahmet Türk

Elçibey

Elçibey

Dün, Azerbaycan’ın ikinci Cumhurbaşkanı ve Türk dünyasının büyük dava adamı Ebulfez Elçibey’in 15. ölüm yıldönümüydü… Allah gani gani rahmet eylesin.

Her Türk milliyetçisinin gönlünde özel bir yeri olan Elçibey hakkında literatür tarayanlar, kendisini hürmete gark eden aynı ve müşterek meziyetleriyle karşılaşırlar: “Âşık mesabesinde bir Türkiye ve Azerbaycan vatanperveriydi. Diriydi. Diri sözlüydü. Kıvrak bir zekâsı vardı. Miskin, pısırık yürüyen, mızmız, her şeyden şikâyet edenlerden hoşlanmazdı. Sözünü esirgemez, anında Oğuzca ve açıkça söylerdi. Gıybet etmezdi, buna teşebbüs edenleri sustururdu. Parayı bilmez, servetle oldukça mesafeliydi. Türk töresini iyi bilirdi. Lüzumsuz denecek şekilde bir merhameti ve vefası vardı. Düşmanına da dosttu! Kendisini paçasından tutup geriye çekenlere karşı niçin müdahale etmiyorsunuz diye sorduklarında ise -belki onu bu şekilde hareket etmeye zorlayan zahiri kuvvetler veya sebepler vardır- der geçerdi. Müthiş bir idealist ve bağımsızlık tutkunuydu. Ama politikayı iyi bilen biri değildi..!”

Evet… Gerçekten de “müthiş bir idealistti, iyi bir mücadeleciydi ama…” diye başlayan cümlelerinden sonra “politikayı iyi bilen biri değildi…” tespitleri onca sitayiş cümlesinden sonra sıkça zikredilen tespitler arasında sayılıyor! Bilhassa döneminin aydınları ve mesai arkadaşları tarafından dillendirilen bu tespiti, erdemli meziyetleriyle yan yana anmak zoruma gidiyor. Lakin bed niyetli bir tespit olmadığını da düşünüyorum. 

Elçibey, Allah tarafından şan-şeref verilen her lider gibi; zor zamanda, zor bir coğrafyada ve zor şartlar altında bir sınavdan geçirildi! Kirli çarklar ve ihanetler arasında mücadelesine devam etti. Ne yazık ki, Türk dünyasının ve tüm dünyanın şeklini değiştirmenin eşiğinde “ideallerimi hayata geçireyim” derken “reel politik” ile “idealler” arasındaki ‘kritik denge’yi tutturamadığından ve merhum Hocaoğlu’nun dediği gibi “bir lider olarak ‘geleceğe’ açılan kapıları göremediği için” başarısız oldu. İşte, “politikayı iyi bilen biri değildi…” tespiti genelde bunun için yapılmakta…

Elçibey, çoğu özgürlük savaşçısı ve büyük ülkücülerle aynı kaderi paylaşmıştır: İşin olmak veya olmamak noktasında yani; kan, barut, işkence, mahpusluk, mücadele kısmında destanlar yazmışlar, lakin düze çıktıklarında ve kurtlar sofrasına bağdaş kurduklarında daha başka bir problem alanıyla da karşılaşmışlardır: “İdare etmek” ve “hesap-kitâb” yapmak! İşte çoğu lider burada bocalamış burada kırılmış burada tarihin kendisine yüklediği misyonu sonlandırmak zorunda kalmıştır! 

1991 yılında Rusya’nın dağılması sonucunda bağımsızlıklarını kazanan diğer yeni cumhuriyetler gibi, yeni oluşan uluslararası ortamda kendi kaderlerini tayin etme çabası içerisine giriştiği dönemde yani bağımsız bir devlet olarak kendi gelişim sürecini belirlemeye ve yeni yol haritasını çizmeye çalıştığı dönemde gerçekten müthiş işler becerdi. Şu anda yâd ettiğimiz dillerden düşmeyen kahramanca duruşunun içeriği işte bu döneme ait…

Ama ne zamanki; bir yanda dağılmış ama yaralı aslan olan Rusya, diğer yanda tek süper güç olarak kalan ABD, öte yanda ise  “Avrupa Birliği” adı altında birliklerini kuran ve yeni bir aşamaya geçen Avrupa ile karşı karşıya kaldı, işte o zaman bocalamaya başladı! Diğer devletlere ve birliklere yönelik geniş yelpazeli uyum politikalarında ‘başarısız’ oldu! “Başarı” bu eşikten sonra en temel kriter çünkü… Yani sadece “yürek adamı” olmak yetmiyor! 

Anokranik olacak ama keşke Rusları rahatsız etmeye devam ederken, diğer yandan da her biri bir devlet bütçesine sahip Batı enerji şirketleri ile dengeleri gözardı etmeseydi! Hüseyinov darbesine tıpkı H. Aliyev gibi direnseydi. Aliyev’in yaptıklarını, yani; darbede Rusya’nın parmağı olduğuna işaret ederek halkı darbe girişiminin önüne geçmesi için müthiş yöntemlerle motive etseydi ve binlerce kişiyi Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önünde bir tür canlı kalkan gibi kurarak darbe girişimi engelleseydi. Keşke aşığı olduğu Türkiye’yi yöneten herkesi;  Atatürk, Türkeş ve Muhsin Başkan gibi sanıp “tam” güvenmeseydi! Keşke bağımsızlık konumunu güçlendirecek ne varsa; kınayanların kınamasına aldırmadan ama siyasi fahişeler gibi de davranmadan, bizzat konsolide edeceği bir denge politikasıyla ve esnek bir dış politikayla adım adım ilerletseydi… Keşke “reel politik” ile “idealler” arasındaki dengeyi tutturabilseydi… Keşke!

Mekânı cennet, ruhu şâd olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Türk Arşivi