Kariyer Yapan Kadınların Başarı Ölçüsü Nedir?
Yıllar evvel, bir kitap eleştirisi toplantısına katıldım. İlk kitabını çıkarmış olan yazar adayı hanım kendisini tanıtırken ne kadar mükemmel bir eş, anne ve ev hanımı olduğunu belirtti. Çalışan bir hanımdı hem de.
Sonra eleştiriler başladı. Türkçe güzel. Cümleler çok düzgün. Hattâ, aşırı düzgün. Fakat hikâye yok; kurgu yok. Daha doğrusu hiçbir şey yok. Genel kanaat buydu.
Bana sıra gelince, “Evli, mutlu, çocuklu” tavrıyla yazar olunmayacağını; bu yolda ilerlemek istiyorsa bu formattan çıkıp bireyselleşmesi gerektiğini vurguladım. Bir kadının kendisini “evli, mutlu, çocuklu” diye sunmasının, tamâmen erkek üzerinden ve çok sorunlu bir durum olduğunu söyledim.
Yazarlık için gittiği kursun hocasına sıra gelince, iki eve habersiz gidildiğinde, evi derli toplu olan kadının kompozisyon kabiliyetinin daha güçlü olduğunu söyledi ve ekledi: “A. Hanım, her zaman şık giyinir. Düzenlidir. Evine, eşine özenir. “Sonra işâret parmağını da kullanarak kadının âileyi ayakta tuttuğu türünden bir konuşma yaptı. (Merak etmeyin, başka bir gün “Bizimle parmağınızı sallayarak konuşmayın.” dedim.)
Aman Allahım! Bana geldiler. “Bu nasıl ilkel, nasıl maskülen bir yaklaşım?” diye söylenmeye başladım. Bu yaklaşım tarzı ile yazar hanımlar yetişmesinin mümkün olmadığını da ekledim.
Eleştiri faslı bitince, yazar adayının eleştirileri cevaplama kısmına geçtik. Hanımefendi, gözleri dolu bir şekilde, sesi titreyerek bu eleştirileri hak etmediğini; ne demeye çalıştığımızı anlayamadığını, küstüğünü falan söyleyip kalemini attı. Gelenekli ve muhâfazakâr kişilerden oluşan hâzirûna dönerek “İşte bunu söylemek istedim.” dedim.
Bu hâdiseyi niye anlattım?
Çünkü bizim mahalle, hâlâ, kadının iş hayatındaki başarısını erkek üzerinden tanımlama sürecini yaşıyor. Hâlâ, birey olamadık. Olamadık derken, kadınların bundaki payını da itiraf edeyim. Erkek üzerinden târif edilmeyi, erkeklerin biçtiği kılıfa girmeyi seven, bunu mârifet sayan okumuş dokumuş hanımlar var. Hattâ, gaza gelip erkeklerin “Aferin” diyeceği lafları düşünmeden konuşan hanımlar var.
Düne kadar, öteki mahalle, böyle şeylere karşıydı ve kadının birey olma mücâdelesini destekliyordu. Hani, bizim mahalle yapsa anlarım da “Al işte, Âile Bakanınız, boşanmış bir kadın. Bu mu âilenizi koruyacak.” dercesine, Ayşen Gürcan’ın özelini milletin gözüne sokmaları, bu durumu boşa çıkardı. Kendisini hastanede terk eden eski eşinin soyadını taşıyan Şafak Pavey’e gösterilen hoşgörü nerede kaldı?
Bir tarafta, kendisine saygısı ile ayakta duran Ayşen Gürcan; diğer tarafta, kendisine ihânet eden adamın soyadını taşıyan Şafak Pavey.
Çifte standartın bu kadarı çok fazla.
İsimleri bende kalsın, Ak Parti kanadından “evli, mutlu, çocuklu” profili ile bu bakanlığa göz kırpan hanımlara rağmen, bir taraftan üç çocuğuna hem annelik hem babalık yaparak yuvasını koruyan; diğer taraftan, akademik kariyerine devam eden güçlü bir hanıma bakanlık teklif etme cesâretini gösteren Başbakan’ı tebrik ediyorum. Kadının iş hayatındaki başarısını, -suç erkekte bile olsa- evlilikteki başarısı ile ölçenlere ve boşanmayı kadın açısından ayıp sayanlara iyi bir ders oldu. Dedikodusu da öteki mahalleye düştü.
BÖREK MESELESİ
Aslı varsa Ayşen Gürcan, “Eğer bir Müslüman kadın börek yapmasını bilmiyorsa o âile dağılmaya mahkûmdur.” demiş.
Eğer bu sözü, evli, mutlu günlerinde söylediyse bekâra karı boşamanın kolay olduğunu; yok, eşinden ayrıldıktan sonra söylediyse kendisine ve Müslüman kadınlara haksızlık ettiğini söylerim.
Söylemediyse mesele yok zâten.
Ayşen Hanım’ı eşinden ayrılmış bir hanım olarak tanımlamak, karşı mahalle için kelimenin tam anlamıyla ilkellik. Hani bizim mahalle yapsa anlarım. Çünkü hâlâ, kadının iş hayatındaki başarısını erkek üzerinden tanımlama sürecini yaşıyoruz. Hâlâ, birey olma sancısı yaşıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.