Bırakalım Batı Savunsun
19. asır, milletimiz için üzücü bir dönemdir. Bu asır Osmanlı Türklerinin yaşayabilmek için Avrupa Medeniyetini kabul ettikleri çağdır; Avrupa'nın emperyalist fikirli devletleri, Osmanlı İmparatorluğunu kaba kuvvetle yenemeyeceklerini anlayınca, kültür yoluyla yıpratmaya çalışmışlardır. Devletin yüksek kademelerinde bulunan memurları kendi hain emellerine âlet etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğunun batılılaşması Tanzimat olarak belirlenmiştir.
Tanzimat Fermanı, Osmanlı İmparatorluğunun artık başa çıkamadığı askerî ve siyasî Rus ve Avrupa baskısı karşısında, sırf varlığını ve istiklâlini korumak için yapmak zorunda kaldığı bir harekettir.
Evvelce Kırım Kafkas Türkleri Osmanlı ahalisinden önce Rusya vasıtasıyla Batı medeniyetini az çok tanımışlardı. 16.ve 17. asırlarda, dünyanın en üstün siyasi ve askerî kudretini teşkil eden Osmanlı İmparatorluğu, 19. asırda ihtiyarlayan bir insan gibi gün geçtikçe çöküyordu. Bu asırda Avrupalılarla yaptığımız savaşlardan yenik çıkıyor ve onların lehine olan anlaşmaları imzalamak mecburiyetinde kalıyorduk. İslavlar, Yunanlılar bazı haklar istiyorlardı. İşte bu sıralarda, Hariciye Nâzırı Mustafa Reşit Paşa, 3 Kasım 1839'da, Gülhane Meydanında Ferman’ı okumuştur.
Bu Ferman’a göre: Müslüman olsun veya olmasın bütün tebaa kanun nazarında eşit olacak; Müslüman olsun veya olmasın herkes canından, malından, ırzından ve namusundan emin olacak; Vergiler muntazam bir şekilde ve mükelleflerin mali kudretine göre alınacak; Rüşvet alınmayacak ve bütün memuriyetler paralı olacak; Bir mahkemenin kararı olmadıkça, hiç kimse ceza görmeyecek; Askerlik müddetinin bir sınırı olacak; Yeni hükümlere riayet edilecek ve vezirler yemin edecekti.
Yani bir taraftan azınlıklara mecburî hürriyet verilirken, diğer taraftan Tanzimatçılar asıl Türk Milletini yeni, bozuk medeniyete göre yetiştirmek istiyorlardı. Bunu en kısa yoldan millete kabul ettirmek için, ilk iş olarak, Millî Eğitimi değiştirdiler. Gazeteler, dergiler hep bu yenileşmeye yardımcı oluyorlardı. İşte bütün Türkler Avrupaî hayatı tanımışlardı.
Bunların, neticesi olarak da memlekette yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı. Bazı yazar ve şairlerimiz Batı tarzında, fakat kendi kültür değerlerimize göre, kısacası milliyetçiliği aşılayarak bu yeniliğe karşı çıkmışlardır.
Bir cemiyetin yaşama imkânı o cemiyetin kendi hayat ülküleriyle ölçülür. Bu ülkülerin kaynakları bulandırılırsa, o cemiyetin tarihe intikali de güçleşir. Bu bakımdan Tanzimat, varlığımızı inkâra yönelen bir harekettir. Asırlardan beri devam eden müesseseleri ıslah imkânı fazlasıyla mevcutken, gerçek bir ıslah yoluna gidilmemiştir. Bu sebepten de iktisâdi yıkım Türkiye'de Tanzimat ile belirmiştir. Kuvvetli bir durumda olan Tarım ve Hayvancılık, el sanatları ve sanayie dayanan ekonomimiz Tanzimat'ın kozmopolit siyaseti sonucunda yıkılmaya yüz tutmuş; bunun neticesi olarak Osmanlı yapısını ayakta tutan Tımar ve Zeamet sisteminin yıkılması ile millet teşkilatsız bir duruma getirilmiştir. Bir de Tanzimat’ta açılan yabancı misyon okulları, Türkiye'nin kaderinde rol oynayan devlet adamlarını maksatlı kişiler olarak yetiştirmiştir. Özetleyecek olursak, Tanzimat-i Hayriye adındaki ferman, gerçekte Türk Milleti bakımından müspet bir mana ifade etmemiştir. Dayandığı nokta ise devletimizin isyan eden ve daha sonraları da yıllarca ve hâlâ isyan eden Sırp, Ermeni ve Rumlara medenî değil siyasi eşitlik vermesidir. Osmanlı imparatorluğunu kuran, kan akıtan ve can veren atalarımızın, dövüştüğü düşmanların torunlarıyla aynı siyasi haklara sahip olmuşuzdur. Kendi kendimizi sömürgeleştirme işte böyle başlamıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.