İnsan bilinmezler okyanusu

İnsan bilinmezler okyanusu

İnsan bir deniz. Ve dahası, bir bilinmezler okyanusu. Birkaç damla kan biraz da gam diyebileceğimiz varlık. Fikrin en yoğun alaka kuvvetini yeni kıtaların keşfine çıkmış bir Kristof Colomb edasıyla ona çevirmedikçe bir yere varmak mümkün değildir. Bundan dolayı diyebiliriz ki kendi iç dünyasına doğru derin bir tecessüs duygusu içinde yürüyüşe çıkmamış insanların kendilerini tanıyabilmelerine hemen hemen imkân yoktur.

İslam tasavvufunda bile en önemli merhale en önemli seyir kişinin içine doğru yaptığı yolculukla eş anlamlı olan seyr-i enfüsi merhalesidir. Akıl en mühim tespitlerini bu yolculukta yapar. Kendini besleyen vücudun eğilim, zaaf ve kabiliyetlerini öğrenir. En önemlisi de kendisini terazide tartma imkânını bulmuş olur. Gerçekten de aklını iç labirentlerinde dolaştırmayan bir fert hiçbir zaman kendindeki yeteneklerin ve zaafların kuvvet derecesini öğrenemez. Velhasıl kendisi olamaz. Üzerindeki cephanenin miktarını bilmeyen bir askerin nasıl ki savaş yolculuğunun sonu meçhulse kendine eğilememiş kendini tanıyamamış insanların da mukavemet ve kabiliyet gerektiren her hadisedeki reaksiyonları meçhul olacaktır. Büyük gönül adamları “Nefsini bilen Rabbini bilir” derken insandan Allah’a uzanan büyük yolculuğun nirengi noktasını da bu espri içinde tespit etmişlerdir.

İnsanlığa huzur reçeteleri sunan her fikir ve ideolojinin evvela yolculukların en girifti olan bu insanı tanıma yolculuğunu ikmal etmeleri icap eder. Böylesine önemli bir iç seyri hiç tanımamış ideolojilerin tutunacakları her reçete hem indi, hem de gerçeğin olabildiğine uzağında olacaktır. Dünyadaki tüm totaliter rejimler bu tespitin uzağında oldukları için kısa zaman dilimi içerisinde tarihin çöplüğüne atılmışlardır.

Huzurun reçetesi ekonomik kıvranışlardan ziyade her dış yapıya maya ve mihver olan bu iç kıpırdanışların tatmin edilmesindedir. Unutmayalım ki ekonomi bile iç temayüllerimizin yaşadığımız dünyada uzviyet kazanmasından başka bir şey değildir.

Bugün çeşitli ideolojilerin insanlara huzur veremeyişinin en büyük sebebi insanı tanıyamamalarından kaynaklanıyor.

Maalesef aynı tarz bir hatanın İslam’ı tebliğ iddiasında olanlarda da bulunduğunu itiraf etmek zorundayız. Hatta bu insanı tanıyamayış realitesi diğer gruplara nazaran çoğunlukla İslam tebliğcilerinde biraz daha fazla kendini hissettirmektedir.

İnsan çok taraflı ihtiyaçları olan bir varlıktır.. Ve bütün eğilimleri ile kucaklanmalıdır. İnsan ne sadece inanma ihtiyacı ne de sadece ekonomik ihtiyaçları olan bir mahluktur. Onu birkaç ihtiyacı ile sınırlamak ondan kopuşun ilk başlangıcıdır. İnsan sadece ulvi eğilimleri taşıyan bir yaratık değildir. Onun süfli temayülleri de vardır. Bazı ulvi eğilimlerin de bazı şartlarda ulvi olma özelliklerini kaybettikleri bir vakıadır.

İnsana giden yolda bütün bu eğilimleri anlayanlara ve bu eğilimlerin tedavisini yapanlara ZAFER vardır. İnsanı sevmeyen hissetmeyen, onu karşı cins temayülleri olmayan bir varlık gibi görmeye çalışan İslam tebliğcileri artık insan denen meçhulü ve insan denen girift bilmeceyi çözmek ve anlamak zorundadırlar.

İslam’da terbiye nefsi yok etmek ve malum temayülleri ortadan kaldırmak demek değildir. İslam’da terbiye bütün bu eğilimlere hâkim olmak yani kumandan olmaktır. Onlara nefer olan bir terbiye elbette ki makul karşılanamaz. Bütün mesele askerlerini öldürmüş komutanlar yetiştirmek değil askerlerini disipline etmiş, ölmeden evvel ölen, öldükten sonra yaşayan komutanlar yetiştirmektir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi