Bir “güzellik medeniyeti”
Bayramı değerlendirmek bir bakıma kaynaşmak, bereketlendirmek değil midir? Büyük şehir hayatı kaynaşmayı sınırlı tutsa da bereketlendirmek yine elimizde, bayramı bayram bildiğimiz sürece.
Bayramda elimden düşürmediğim bir kitaptan, daha doğrusu kitabın konusu olan bir şahsiyetten bahsetmek, heyecanımı paylaşmak istiyorum. “Mimar, kent tasarımcısı, plancı ve vizyoner, düşünür, kuramcı, araştırmacı ve mücadele adamı” Turgur Cansever. Garanti Galeri'nin geçen yıl yayınladığı ve Turgut Cansever'le gerçekleştirilen uzun konuşmadan oluşan “Turgut Cansever- Düşünce Adamı ve Mimar” başlıklı kitaptaki konuşmalar alanında iki önemli isim tarafından gerçekleştirilmiş. Uğur Tanyeli ve Atilla Yücel.
Cansever kitabı yaklaşık bir yıl süren konuşma metninden oluşuyor. Hayatı, düşüncesi, deneyimleri, mimarlık ve sanat anlayışı, projeleri ve çözümlemeleri hasılı tüm bunlar üzerinden medeniyet problemi tartışılıyor. Ana metne paralel olarak onun çalışmalarından, eskizlerinden, fotoğraflarından oluşan görsel malzeme konuşulan meselelerin pratik karşılığını gösterdiği gibi Cansever'in geçirdiği değişimi de süreklilik içinde takip etmeye imkanı veriyor.
Turgut Cansever sadece önemli bir mimar değil. O aynı zamanda düşünür yanıyla yaşadığımız medeniyet bunalımı üzerine kafa yoran, çözüm/leme/ler üretmeye çalışan bir kuramcı. Onun için mimarlık, düşüncelerini ifade ettiği bir alan aslında. Mimarlığa yaklaşımı da medeniyet ve kültür meselesinden bağımsız olmadığı hatta bu meselelerin en iyi yansıdığı insanlık faaliyeti olarak gördüğü için tüm çözümlemelerini buradan hareketle ortaya koyuyor. Mesleği mimarlık olmasaydı da medeniyet ve kültür meselelerine dair çözümlemelerini yine mimari ile açıklardı gibi geliyor. Çünkü insan hayatıyla bu denli içiçe olan ve değerler sisteminin tüm boyutlarıyla yansıtıldığı, denendiği ve üretildiği bir “dil” olarak mimariyi varoluşsal bir alan olarak görmektedir.
Daha doktora tezinde ele aldığı Selçuklu sütün başlıklarını incelerken, bunlarda yaşanan farklılaşma ve değişimlerden yola çıkarak Selçuklu zihniyet dünyasını çözmeye, anlamaya çalışması mimari ve sanat tarihi ile medeniyet ilişkisinin nasıl ele alınması gerektiğinin işaretlerini verir. Bu yaklaşımıyla yaşadıklarımıza “medeniyet perspektifli” yaklaşımda bulunma iddiasında olanlara önemli bir ip ucu veriyor. Sanat tarihi Cansever'in düşünce dünyasında merkezi bir konu olarak bir medeniyeti anlamanın ve diri tutmanın en önemli anahtarıdır. “Din dünyayı güzelleştirmeyi amaçlıyorsa dini öğretmek için de sanat tarihini bilmek gerekir.” Cansever'in gerçekleştirmek istediği “düşüncenin mimariye yansımasını” göstererek bir medeniyetin ruhuna işaret etmek, eskiyi olduğu gibi tekrarlamak yerine “varlığın bütünlüğü”nden hareketle eskimez yeniyi inşa etme çabasıdır. Mimarlığını dekonstraktif okumaya tâbi tutarak bir yanda sürekliliği bir yanda muhalif yanının tasarımlarındaki yansımalarını okuyabilmek mümkün.
Diğer yazılarında da vurguladığı gibi kitapta yer alan söyleşide de tekrarladığı, düşüncesinin merkezinde şu tespit yatar (Füsusul hikemden hareketle): “Hz. Muhammed'in bütün peygamberlerin hikmetine ilave ettiği iki şey vardır: Biri ferdiyetin yüceliği, öbürü de güzellik sevgisi.” Güzellik fikri olmadan anlaşılamayan bir medeniyetin inşası için mücadele veren bir eylem adamı aynı zamanda o.
Bu hacimli eserde, onu kendi ağzından dinleyince şu kanaate varmamak imkansız: Turgut Cansever'i anlamak hem yitirdiğimiz bir medeniyetin ruhunu kavramak hem onun yerine kurduğumuz gecekondu medeniyetinin ucube yanlarını, bunalımlarımızın kaynağını görmek anlamına gelir. Bir düşünür olarak Turgut Cansever, yeryüzünde başka örneği olmayan, kendi kendini (kültürel anlamda) sömürgeleştirmeyi başaran bir ülkenin unuttuklarını hatırlatmaktadır.
Yayıncının Cansever için yazdığı not pek çok yönünü özetler gibidir. “Turgut Cansever, Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinin en özgün ve muhalif duruşlarından birinin sahibi. O hem 1940'lardan başlayarak aktif bir mimarlık yaşamı sürdürdü, hem de fiziksel çevrenin biçimlenmesi konusunda düşünceler üretti; en önemlisi, mimarlığı eksen alan bir kültürel eleştiri kariyeri inşa etti. Kent ölçeğinden tek yapıya uzanan bir çerçevede inşa edilmiş alanı Türkiye'nin kültürel değişim gerçekleri bağlamında okumaya çalıştı. Onun ülkenin modernleşme ve kentleşme süreçlerinden batılılaşmaya, kitlesel konut gereksinmesine ve teknolojiye dek üzerinde durmadığı hemen hiçbir tartışma başlığı yok. Dönüşüm ve mimarlığı, Türk toplumunun kültürel yap taşlarından olan İslami inanç ve düşünce kaynaklarıyla yeniden kavramaya çalışmasıyla yaşamsal önem taşıyor. Onun yaklaşımı, güncel Türkiye'nin; mimarlığı ve en genelde tüm kültürel yaratımı düşünmeye, radikal ve travmatik bir 'unutuş' yerine, sakin, dingin ve soğukkanlı bir 'hatırlama' üzerinden başlamasını öneriyor.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.