Geç uyananın kupası!
Maçı gene kalabalık bir futbol hastaları topluluğu ile izledim. Maç öncesi herkesin favorisi, tıpkı genel dünyada olduğu gibi, Fransa idi. Öyle ya Portekiz takım oyunundan yoksun, çağın amansız presini uygulayamayan ama elindeki bir maç usta ile maç alabilen bir takım idi. Fransa ise takım oyununu iyi sahneleyen, presi taaa rakip tandemin üzerine kadar uzatan bir takım idi. Payet, hele hele Griezmann, Giraud, Gignac gibi de gol becerisi olan son adamlara sahip idi.
Maç başladıktan kısa süre sonra, benim gibi düşünen bir çok futbol meraklısı sanki bu maçı daha önce seyretmiş gibi dalgındı. Aynen yukarıda kısaca açıkladığım gibi takımlar sahaya yansıyorlardı. Portekiz geriye toplanıyor, taşınacak toplarla da Nani ile Ronaldo'yu buluşturacaklar, onlar da kaliteli ayaklarıyla bir şeyler yapacaklardı. Ama Fransa buna pek aman vermiyordu. Onlar da Griezmann'ın koşuları, driplingleri, Giraud'un duvar görevi ile başta Sissoko olmak üzere geriden sarkanlarla baskı kuruyordu.
Aaa o da ne Ronaldo sakatlanmaz mı Payet'in arkadan yaptığı hareketle... Hakem de ne faul çalıp, ne de sarı kart kullanmayınca... Ronaldo oyunda kalmak için çok direndi. Ama ancak 7 dakika dayanabildi ve çıktı. Şimdi oyunda Quaresma vardı. Yani Portekiz'in oyun planı aksayacaktı. Öyle de olmaya başladı. Fransa artık oyunun tek hâkimi idi. Ancak ne var ki, Ronaldo talihsizliği ile morali de bozulan Portekiz artık kalecisi ve geri blokunun üzerine yığılmıştı. Devre golsüz bitti.
Çay ve kahve sohbetinde şunu söyledim: "Arkadaşlar bu Portekiz'in hiç mi önde uzun fizikli bir oyuncuyu yok" Gerçekten de bilmiyordum. Belki de vardı da ben atlamıştım. Neden diye sordular... “Portekiz'in şu an elindeki takımla yapacağı bir tek şey var. O da oyunu kendi yarı alanında, kendi savunması içinde yan pas yapmakla geçirmek değil, uzun toplarla öndeki elemanını kullanarak rakip alana yerleşmek, ya da en azından maçı kalesinden mümkün olduğu kadar uzak yaşamak..."
Neyse devre başladı ama Portekiz'in hocası kenarda şov yapmaktan öteye geçemiyordu. Taa 77. dakikaya kadar. Baktım, uzun boylu siyahi bir oyuncu girdi oyuna... Adı da Eder... Ronaldo 27'de çıkmıştı, Eder 77'de giriyordu. Portekiz'in hocası 50 dakika takımı ziyan etmişti.
Baktık ki, bu Eder, kendine gönderilen dengeli dengesiz 10 topun en az sekizini kontrol edebiliyor, edemediklerinde de Fransızlar faul yapabiliyorlardı.
İşte dedim arkadaşlara; “Artık Portekiz oyunu zorunlu olarak uzattı. Öndeki adam da adammış meğerse... Hoca kenarda sinek avlamış bu ana kadar... Şimdi Fransa 50 dakikadır düşünmediği kadar arkadaki dörtlüsünü düşünecek. Bakın bakalım şimdi Pogba ne kadar çıkacak” Dechamps bu oyuncuyu en başından beri tandemin nöbetçisi olarak oynatıyordu da... Yani Ronaldo ile Nani'ye karşı... Şimdi Nani de kenara geçince, Pogba sigorta görevini terk edecek ve böylece de Eder biraz olsun rahatlayacaktı.
Neyse... Bu Eder şık bir de gol atıp kupayı getirmez mi Portekiz'e... Benim için Eder'in golü hiç önemli değil... Tabii ki Portekiz için çok önemli. Ama burada bir oyunun gidişatına göre plan, yerleşim, sistem ve taktik değişimi önemliydi. Kim bilir belki de Portekiz'in hocası bunu Ronaldo çıktığında yapabilseydi, hiç uzatma zahmeti bile yaşanmayabilirdi.
Kupa bitti. Ama bu Eder dersi asla ve asla unutulmamalıdır. Pardon unutuyordum az kalsın... Kupanın finalini dörtlü savunma modeli ile oynayanlar yaptı. Hani bizim medyanın yeni ulemaları var ya, artık üçlü modeline dönülüyor diye yazıp konuşan, ders aldılar mı acaba İtalya nerede Galler nerede Aynı Galler acaba bundan sonra kaç defa şampiyonalara katılacaktır İtalya mı Onları da göreceğiz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.