Çarpıcı Bir Hatıra
Sevdiğim bir kardeşim Gülen cemaatine takılmaktan bir türlü vazgeçmiyordu. Bir gün bir yerde üniversitede hocalık yapan bir haşhaşî ile üçümüz sohbet ediyorduk. Bir ara laf arasında o adam olasıca:
- Siyasal İslam’a karşıyız, dedi.
Ben arkadaşımın gözüne bakarak dikkatini çektikten sonra o öğretim üyesine
- Siyasal İslam’dan neyi kasdediyorsunuz? diye sordum.
Şaşırdı kaldı. Durdu, durdu ve
- Yani devletin şeriatla yönetilmesi, dedi.
- Yani İslam şeriatı ile mi? dedim.
- Evet, dedi.
- Peki, o zaman İslam’ın bu uygulanmayan kanunlarını ne yapacaksınız? Kur’an’ın bunu anlatan ve artık işe yaramaz kabul ettiğiniz ayetlerine iman etmeye devam mı edeceksiniz? dedim.
Yine durdu. Derin derin düşündü. Galiba Kur’an ayetlerine, velev ki birine dahi olsa iman etmemenin, işe yaramaz ve faydasız görmenin insanı imandan çıkarıp kafir edeceğini biliyordu. Zaten bu kadarcığını da bilmezse bir adam nasıl Müslüman olabilirdi. Şimdi soruya “evet” dese davası gümbür gümbür yıkılacaktı. Enkaz altında kalacaktı kendisi de, Gülen cemaati de. Yok, “hayır” dese iman gidecek, kafir olacaktı. Düşündü durdu. En sonunda dedi ki:
- Hocam ben ilahiyatçı değilim. Bu konuyu bilmiyorum.
Cin gibiydi. Sükutla kurtulacağını sanıyordu. Ama karşısındakiler de akıl nimetini Kur’an ile parlatan insanlardı. Haklı bir davayı savunuyorlardı. Hak her zaman yüce ve galiptir. Batıl, zeki insanların elinde bile olsa, hor ve hakir olmaya mahkumdur. İşte bu yüzden soru suratına tokat gibi patladı:
- Ama karşı olduğunuzu söylüyorsunuz. O zaman bilmeden mi karşı oluyorsunuz?
Bir şeyi bilmeden ona karşı olmak cahilliği bırakınız, aptallığın, ahmaklığın, taassubun ta kendisidir. Üniversitede hocalık yapan birisi oraya ne kadar da cemaat torpili ile ve hak edenlerin hakkını yiyerek girerse girsin, bu kadar geri zekalı aptal ve zır cahil olamazdı. Şimdi “dini, imanı, İslam’ı savunduğunu iddia eden” şu zavallının içinde bulunduğu rezil hali Rabbimiz kimseye yaşatmasın. Kurtulmak isterlerse, onları da kurtarsın.
Evet, biz de adamın gözünün içine bakarak cevap bekliyorduk. Durdukça daha çok şaşırıyordu. İyice bozulduğu renkten renge girmesinden belli idi. Ellerini dizlerine vurarak:
- Benim ders saatim geliyor, bana müsaade, diyerek izin alıp kalktı gitti.
Evet, torpille haksız yere üniversite hocalığına girdiği cahilliğinden belliydi. Fakat bu haşhaşiler böyleydi. Bulundukları her yere başkalarına hayat hakkı yoktu. Kendi örgütlerinin dışında birisini yaşatmak istemezlerdi. Devletin bütün önemli yerlerini onlar doldurmalıydı. Hedefte herkesi öyle Gülen’in düşünmez, aklını kullanmaz, sorgulamaz, eleştirmez robotu yapmak vardı zaten. Allah “emanetleri ehline verin” diye emrederken, bunlar dinlemiyor, “hayır, bizden olsun da çamurdan olsun” diyorlardı. Şimdi bu robot da üniversiteye derse gidecek ve kim bilir kaç masum ama cahil öğrencinin kanına “virüs” bulaştıracaktı. Allah Teâlâ herkesi bunların şerlerinden emîn eylesin.
Adam olasıca apar topar kalkıp gidince yanımdaki arkadaşa manalı manalı baktım. Yerinden kalktı ve elimi öpmeye yeltendi. İzin vermedim. Musafaha yaparken dedi ki:
- Beni kurtardınız hocam, Allah sizden razı olsun. Ben de bunlara “İslam’ı getirecekler” diye yardım ediyordum. Tövbe Ya Rabbî estağfirullah.
Bunların süper yalancı ve hain sözüm ona hocaları F. Gülen’in şimdi aktaracağımız sözleri dudaklarınızda acı bir tebessüm oluşturacak hiç şüphesiz. Öyle kendinden emin bir üslupla yalan söylüyor ki, size inanmaktan başka seçenek kalmıyor gibi.
Bakınız, işte darbe sonrası iyice açığa çıktı ki, devletin her yerine sızmışlar ve düşmanlarımızla kol kola bu devlet ve milletin aleyhine çalışmışlar. Devlet ne kadar temizlemeye çalışırsa çalışsın, bitmiyorlar. Bir de daha nice kripto olarak gizlenenleri var. İşi bilenler, gözükenler için, “aysbergin görünen yüzü” diyorlar. Asıl büyük kitlesi denizin derinliklerinde yatıyor. Dedik ya, Allah Teâlâ şerlerinden emîn eylesin.
Fakat ne diyordu Gülen yıllarca? Nasıl katmerli yalanlarını duygu sömürüsü yaparak utanmadan peş peşe sıralıyordu? Buyurunuz, bir kısmını beraberce okuyup anlayalım:
“Devleti ele geçirme, bir yerleri kuşatma gibi işlerle hiç ilgim olmadığı gibi, bu hususlarda hiçbir hevesim de olmadı. Teokratik devlet kurma çalışmaları yaptığım iddiasında bulunanlar gibi, bu konudaki isnatları da haklı çıkaracak tek bir müşahhas delil ortaya koysunlar, çok sevdiğim bu ülkeyi terk etmeye ve hayatımın gayesi bildiğim ülkeme ve milletime hizmeti bırakmaya hazırım.”
Şimdi bu hain size farzı muhal şöyle dese ne yapabilirsiniz? “Bir belge çıkarsa ülkeme hizmeti bırakır, çok sevdiğim vatanımdan çeker giderim dedim. Belge de çıktı mı? Çıktı. Çıktıysa ben de vatanımdan çektim gittim. Daha beni niye istiyorsunuz? Ben sözünde duran bir adamım. Terk ederim dersem, ederim ve bir daha da gelmem. Düşün yakamdan!”
“Bunu da der mi?” diye sormayın. Gülen demek binbir surat demektir. Adam tam artist. Cebinde bir sürü maske var. Bazen “hoca” olur, bazen “komedyan soytarı”.
Her neyse, sözlerine devam edelim:
“Ama, ellerinde hiç bir müşahhas delil olmadan böylesi isnatları yapanları ve yayanları, tarihin en büyük müfterîler arasında zikredeceği bilinmelidir. Önceki isnatta 'tabandan tepeyi' deniyordu; burada ise devleti zirveden ele geçirmeye çalışma iddiası var. Cevabım, yukarıdaki iftiranın cevabından farklı olmayacaktır. Yalnız şunu ilave edebilirim:
40 yıldır yazan, konuşan ve karınca kaderince bir şeyler yapmaya çalışan bir insanım. Eğer böyle bir niyetim ve bu yönde bir çalışmam olsaydı, şimdiye kadar tek bir müşahhas delil ortaya çıkmaz mıydı? En azından birkaç cümle, birkaç kelime veya birkaç davranışımla olsun, kendimi ele vermez miydim?
Bu konuda, tamamen çarpıtma, yanıltma ve kasıtlı yorum ve iktibasta bulunmaya dayalı birkaç iddiadan başka, gerçek ve müşahhas bir delil ortaya konabilmiş midir? O halde, böylesi isnatları haklı çıkaracak tek bir vak'ası olmayan bir insanla uğraşmak boşunadır, beyhudedir”.(http://tr.fgulen.com/content/view/223/141/ )
Şimdi bu sözler ile devletin her yerine sızarak darbeye teşebbüs edecek kadar adam toplamasını yan yana koyunuz da görünüz: Bu adam nasıl bir yalancı, nasıl bir hilebaz, nasıl bir takiyyeci!
Az önce “binbir surat” demiştim. Bir “hoca” denilen adamın “bir bedende” bu kadar çeşitli “kişilik” sergilemesi ve su gibi yalan içmesi “ruh hastalığından” başka ne ile izah edilir?
Lakin sonuçta zararı Müslümanlar çekiyor. Ne kadar acı bir durum, öyle değil mi?