HZ. MUHAMMED (SAV) FİLMİ VE DİYANET’İN HUTBESİ
FETİH, FİTNE, ORTADOĞU VE HZ. MUHAMMED (SAV) FİLMİ VE DİYANET’İN HUTBESİ
İslam Tarihi’ne bakalım.. Fetihler, fitnesiz dönemlerde olmuş çoğunlukla ve kalıcı olmuş.
Müslümanlar arasındaki ayrılık ve fitne sebeplerine bakın!
Kur’an-ı Kerim’in hükümlerinden mi kaynaklanıyor? Hayır! Sünnetin ve hadislerin anlaşılmasından mı kaynaklanıyor? Kısmen.. İslam Tarihi’ndeki iç kavgalardan ve düşmanlıklardan mı kaynaklanıyor? Tamamen…
Şia’nın ve Anadolu Aleviliğinin en büyük sorunu, Raşit Halifeler ve Hz. Aişe Annemiz… Düşünün, Cebel-i Nur’a en çok Türkiye’li ve İran’lı ziyaretçiler çıkar. Sevr Mağarasına Şii ziyaretçiler gelmez. Neden mi? Çünkü orada Gülümüz (SAV) Hz. Ebubekir ile birlikteydi.
Peki, Hz. Ali kendinden önceki halifelere itaatsizlik mi etti? Hayır!... Öyle ise haşa Hz. Ali karakterden ve şahsiyetten yoksun bir insan mıydı da hakkını yedirdi? Hayır!..
Hz. Ali’ye karşı gelen Muaviye ve Kerbela’da katliam yapan Yezid Sünnilerce çok mu sevilir? Hiç duyuyor musunuz Sünnilerde Yezid ismini? Hayır! Ama Hz. Ali’nin Ömer, Ebubekir isimli çocukları var.
Şia’da Farisi baskısı ve siyaseti bariz olarak görülür. Akabinde de Safavi Türk Devleti maalesef Şia’yı Osmanlı’ya karşı Milli mezhep haline getirmiştir.
Ehl-i sünnete gelince, Emeviler’le başlayan Arapçılık baskısı maalesef muamelata yansımıştır. Ebu Talib’in Müslümanlığı neden baş meseledir? Yezid, Hz. Hüseyin’in kesik başını ve mübarek dudağını elindeki sopası ile dürterken sarfettiği “-Dedelerim bu günü görseydi?” sözü sadece iftira mıdır?
Yüzyıllardır, İslam kardeşliği ve ittifakı farz-ı ayn olmasına rağmen, Müslümanlar kavga etmektedirler.
Dindar bir arkadaş birlikte mesai yaptığı aynı safta duran Caferi (Şii) kardeşi için “Taşa tapıyor.” diyebiliyor. Sünni imam namazda ellerini bağlıyor diye arkasında namaz kılan Şii evinde namazı kaza ediyor.
Nasıl düzelecek peki?
Telafer, geçmişte bir Türkmen Şehriydi. Orada Sünni ve Şii Türkmenler yaşardı. DEAŞ, Sünnileri de kullanarak Şii’leri oradan Güney Irak Şii bölgesine sürdü. Şimdi, Şii Milisler Telafer’e girerse tersi olacak. Yani 1000 yıldır beraber yaşayan Şii ve Sünni Türkmenler İngiliz/ABD siyaseti yani Haçlı oyunları sonucu birbirinin kanına girdi, girecek…
Nasıl ve kim düzeltecek?
Bizim tarihimize bakıyoruz. İran’daki Safavi Türk Devleti, Ruslar ve Batılı Ülkelerle işbirliği yapıp Osmanlı’yı arkadan vurmuş. Azeriler de tam tersini iddia ediyorlar.
Evet, kim düzeltecek?
İran’lı biri Muhammed (SAV) diye bir film çekiyor. Diyanet onay vermiş. “İçinde İslam Tarihi’ndeki siyasi fitnelere tutamak olacak unsurlar var.” diyorlar. İzlemedim henüz. Halifeler yok, Hz. Aişe yok, Ebu Talip Müslüman olarak sunulmuş deniyor. İtikadi bir sorun var mı? O yönü ile ilgilenen yok. Şia’da birileri düşmanlığı körüklüyor, Sünnilerde başka birileri. Belki hatırlamazsınız bile Hz. Nuh’un filmi gelmişti Türkiye’ye. İki yıl önce. ABD’liler çekmiş. Kuran-ı kerime’e ve itikadımıza ters o kadar çok şey vardı ki, İslami Camiada kimseden ses çıkmadı. Hala Tv. kanallarında her gün bilinçaltı mesajları olarak onca şey sokulurken nerede İslami camia?
Doktor, Kazakistan’dan Ankara’ya ihtisasa geliyor. Hemen soruyorlar. “Alevi misin, Sünni mi?” diye. Şaşırıyor. “Ne Alevisi, Sünnisi? Ben Müslümanım.” diyor.
Bu arada bilginize, İngiliz/ABD Operasyonu Selefilik Türk Cumhuriyetleri ve Rusya’da hızla yayılıyor. FETÖ, bu ülkelerde en az Türkiye kadar güçlü. Bunun anlamını kavrayabiliyor musunuz?
Ey Milletim.. Ey Mazlum Ümmet-i Muhammed…
Silkelen. Bakın Marksist YPG/PKK ile DAEŞ işbirliği yapıyor, sözde dindar FETÖ ABD’nin koordinesinde ülkemizi işgal planı yapıyor PKK ile. İma ile de olsa namaz kılan Türk Subaylarını yetiştirerek. İslam’dan dayanaklar bularak.. Bu Subaylar Marksist PKK ile masaya oturuyor, ABD’ye ve Yunanistan’a kaçıyor. Düşünün… Kim bunlar? 17-25 Aralık’tan sonra bile bazı kanaat önderlerinin, siyasilerin hala “Evliyadır!” dediği içimizde büyüttüğümüz bir hain ve ihanet güruhu değil mi? Sahi bu hainler hangi mezhepten? Türkiye’de Sünni, Irak’ta Şii değil mi?
12 Eylül Öncesi İslami Cemaatlerin siyasi tercihlerini yüzünüze vuracağım. Aklımızı başımıza alalım diye. Merhum Erbakan’a en galiz iftiraları CHP ya da Kemalistler atmadı, statukocular atmadı. Hani bir vakti her gittiği yerde tekrar tekrar kılıyor nevinden alçak ve kahpe iftiralar..
Irak’ın Şii Yöneticileri ve Hükümet Üyeleri de İngiliz Vatandaşı. Farkında mısınız? FETÖ Mensupları ABD, Kanada vd. Haçlı Ülkelerindeler.. Farkında mısınız?
Açalım gözlerimizi, gönüllerimizi artık.
Bakın Musul’u nasıl kaybettik? Lozan da mı? Evet!.. Peki, sonrasında kurtulabilir miydi? Evet. Merhum Şeyh Said Olayı ile ilişkisi var mıdır? Kesinlikle.. Şimdi bazı kardeşlerim bozulacaklar. Şeyh Said Merhum’un şahsıyla değil elbette. Acaba olaylar askeri bir disiplin ve emir komuta ile mi büyüdü? Elbette hayır! Peki, bu olaylar İngiltere tarafından hiç mi kullanılmamıştır? Kocaman tarihçiler kıvranıyorlar. Elbette kullanılmıştır.
Müslümanlar, fitne sebepleri ile meşgul olmamalılar. İttihadın, ittifakın ve uhuvvetin sevdalısı olmalılar. Rehberimiz (SAV) bunu öğretti bize.
Diyanet Hutbesinde; "Yüce Dinimiz İslam’ı; sır, gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye kalkışmak asla kabul edilemez." ve "Önümüzde Peygamberimiz (SAV) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez." diyor. Şimdi bu cümlelere tepki gösterenlere özetle, “Aynaya bakın, sizi kurtaracak gerçek kişi karşınızda duruyor.” desek küplere binerler. Peki, Peygamberimiz (SAV) kızı Fatıma Annemize aynı şeyi söylemedi mi? “Seni ben bile kurtaramam.” demedi mi?
Ben Diyanet’in Hutbesini de buradan tekrarlamak istiyorum.
“28 Ekim 2016 Cuma Hutbesi: “Dîn-i Mübîn-i İslam”
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ. وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
Cumanız mübarek olsun Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey İnsanlar! ‘Şeytana tapmayın. O, sizin apaçık düşmanınızdır. Sadece bana kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur.’ diyerek sizden söz almadım mı?”[i]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Ben size gecesi gündüz gibi, apaçık bir yol bıraktım.”[ii]
Kardeşlerim!
Hz. Ömer anlatıyor: Bir gün Peygamberimiz (s.a.s)’in yanında oturuyorduk. Bir adam çıkageldi. Elbiseleri bembeyazdı. Saçları simsiyahtı. Üzerinde bir sefer, bir yolculuk izi yoktu. Aramızda onu tanıyanımız da yoktu. Peygamberimiz (s.a.s)’in huzurunda oturdu. Dizlerini Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in dizlerine yasladı. Ellerini de dizlerinin üzerine koydu. Ve dedi ki: يَا مُحَمَّدُ أَخْبِرْنِى عَنِ الإِسْلاَمِ “Ey Muhammed! Bana İslam’ı anlat.” Resul-i Ekrem (s.a.s); “İslam; Allah’tan başka ilah olmadığını Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer imkânın varsa haccetmendir.” buyurdu. Gelen zat, “doğru söyledin” dedi. Hz. Ömer diyor ki: “Adama şaşırdık, hem soru soruyor, hem de tasdik ediyordu”. Sonra o kişi فَأَخْبِرْنِي عن الإِيمانِ“bana imanı anlat” dedi. Allah Resulü (s.a.s) “İman; Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır.” dedi. Bu cevap üzerine adam, yine “doğru söyledin” dedi. Bu sefer فأَخْبِرْنِي عن الإِحْسانِ“Bana ihsanı anlat” dedi. Peygamberimiz (s.a.s): “İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu göremesen de O, seni her an görüyor” karşılığını verdi. Adam yine “doğru söyledin” dedi. O zat, bir soru daha sordu; فَأَخْبِرْنِي عن السَّاعةِ“Kıyamet ne zaman kopacak” dedi. Resul-i Ekrem (s.a.s): “Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir” buyurdu. O şahıs aramızdan ayrılıp gidince, Peygamberimiz (s.a.s): “Bu soruları soran kimdi biliyor musunuz?” dedi. “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dedik. Efendimiz (s.a.s): “O Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi” buyurdu.[iii]
Kardeşlerim!
İslam kaynaklarında Cibril hadisi diye bilinen bu hadis, bize İslam’ın şartlarını, imanın esaslarını, ahlakın ilkelerini açık bir şekilde göstermiştir. Buna göre İslam, açık, net, sade, arı, duru ve berraktır. Bu kadar açık hükümler varken, elde Kur’an gibi bâkî bir hakikat bulunuyorken, Yüce Dinimiz İslam’ı; sır, gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye kalkışmak asla kabul edilemez. En büyük keramet daima sırat-ı müstakim üzere olmaktır.
Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez. Hassaten Kur’an’ın “اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ”diye tarif ettiği “karmakarışık rüyalar” üzerine asla bir din bina edilemez. Allah’ın açık hükümleri dururken, heva ve heves eseri olan rüyalarla amel edilemez. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in sahih hadisleri dururken rüyalarla iyi kötüye, kötü iyiye dönüştürülemez. Zulüm ve haksızlık rüya üzerine bina edilemez. Zira Peygamberlerin rüyası dışında hiçbir kimsenin rüyası bir bilgi kaynağı olarak kabul edilemez. Rüyalarla insanların vicdanları, gönül dünyaları istismar edilemez.
Aziz Kardeşlerim!
Cebrail (a.s)’ın kıyamet ne zaman kopacak? sorusuna Peygamberimiz (s.a.s)’in verdiği cevap çok manidardır; “Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir” buyurmuştur. Buna rağmen gayb âlemine dair, Peygamberimiz (s.a.s)’in bile “ben bilmiyorum” dediği bilgilerle akılları karıştırmak, zihinleri bulandırmak beyhudedir. Bugün birilerinin gayptan verdiği haberler üzerine hayatımızı bina etmemiz anlamsızdır. Gayb ve melekût âlemine dair kıyamet senaryoları üzerinden dini anlamak, dini okumak kabul edilemez.
Kardeşlerim!
Bize düşen ahirete inanmak ve ona hazırlanmaktır. Bir gün bir sahabi, Allah Resulü’ne “kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s), “O gün için ne hazırladın?” diye cevap verdi.[iv] Allah Resulü (s.a.s), bu cevabı ile bize kıyametin ne zaman kopacağıyla ilgilenmek yerine, ondan sonrası için ne hazırladığımızı sorgulamamızı öğütlemektedir.
Kardeşlerim!
Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de bize öğretilen bir dua ile bitiriyorum.
رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَدُنكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Kuşku yok ki lütfu bol olan yalnız sensin”[v]
[i] Yasin, 36/60-61.
[ii] İbn Mâce, Mukaddime, 43.
[iii] Buhâri, İman, 37.
[iv] Müslim, Birr, 164, Tirmîzi, Zühd, 50.
[v] Âl-i İmrân, 3/8.
Allah, fitneden bizleri korusun. Yüceler Yücesi Allah’ım fetihler ve fatihler nasip etsin yeniden. Feraset ve kamil iman nasip etsin hepimize..
Allah’a emanet olunuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.