1428'in son Kudüs Buluşması
BEYRUT
Kasım ayında İstanbul’da gerçekleştirilen Kudüs Buluşması’nın değerlendirme toplantısı için Beyrut’tayız.
Mahmut Abbas ve Peres’in Türkiye’de buluşmasının hemen ardından ve Annopolis toplantısının hemen öncesinde gerçekleştirilen ve dünyanın her yerinden üç bin beş yüz kişinin katıldığı Kudüs Buluşması, Filistin halkına verilen destek ve sergilenen ittifak görüntüsü bakımından önemliydi.
Her ne kadar Türkiye’deki bazı basın kuruluşları toplantıyı kasıtlı olarak çarpıtmaya çalışsa da İslâm dünyasında önemli yansımaları oldu. Beyrut’ta buluştuğumuz tüm temsilciler Türkiye’nin önemli bir inisiyatif aldığı, İslâm âleminde Türkiye’ye karşı muhabbetin çok canlandığı ve beklenti çıtasının yükseldiği konusunda müttefik. Türkiye’nin bu inisiyatifi daha da geliştirerek Filistin konusunda daha etkin bir rol üstlenmesi bekleniyor. “Türkiye gücünün farkında değil, Annapolis’te ‘dörtlü çete’nin bir şey başaramayacağı ortaya çıktı.” diyen Lübnanlı bir yetkili, Annapolis’ten sonra doğan boşluğu Türkiye’nin doldurması gerektiğini düşünüyor.
Kudüs Buluşması’nın ardından, Türkiye Hükümeti’nin hazırlattığı “Kudüs’te Harem-i Şerif Civarında Yapılan Kazı çalışmalarına Dair Teknik Heyet Raporu” İslâm ülkelerinde incelemeye alındı. önümüzdeki dönemde Filistinlilerin elini ciddi manada güçlendirecek olan bu rapor, uzun bir aradan sonra kamuoyuna sunuldu. önümüzdeki haftalarda bu raporla ilgili buradan ayrıntılı bilgi vereceğim.
Yine aynı toplantının sonuç bildirisine de Türk tarafının teklifiyle giren Birleşmiş Milletler bünyesindeki Kudüs Komisyonu’nun tekrar faaliyete geçirilmesi için çalışmalar başlatıldı. Bu, ısrarla görmezden gelinen Filistin’deki insanlık suçlarının uluslararası bir zeminde ciddi olarak görüşülüp insanlığın vicdanına sunulmasına imkân sağlayacağı için önemli; önemli ama tek çare değil kesinlikle!
Her şeyden önemlisi ve Filistinlilerin içinde bulunduğu asıl sıkıntı, gerçek bir birlik sağlayamamış olmalarıdır. Filistin’deki ferasetsiz ve maalesef kullanılmaya müsait birtakım çevrelerin ısrarla işgalci ve uluslararası güç odaklarının ekmeklerine yağ sürercesine sergiledikleri ayrılıkçı tavır, bütün çözüm teşebbüslerini boşa çıkartıyor. Filistin’de tarafların birbirine sıktıkları her bir kurşun, İsrail füzelerinden onlarca kat daha fazla Müslümanların vicdanlarını kanatıyor. Bu yaranın tedavisi ise çok ciddi ve planlı manevî bir harekâttan geçiyor. önümüzdeki dönem, İslâm dünyasının birliğini sağladığı ve beraber hareket edebilme kabiliyetini artırabildiği ölçüde problemlerini aştığı bir dönem olacak yahut tam aksi…
Uluslararası güçlerin İslâm ülkelerinde müdahale zemini ve kanalı bulmasının en önemli sebebi, Müslümanların aralarındaki bitmek bilmeyen ihtilaflar ve maddî esareti kıracak terakkiden mahrum olmalarıdır. İkincisi, birincisinin tabii sonucudur zaten!
Lübnan’da Filistin’i konuşurken ister istemez sık sık söz Lübnan’ın durumuna da geldi.
2006 yazındaki İsrail’in hezimetle sonuçlanan saldırısından sonra kendini toparlamaya çalışan Lübnan, şimdilerde cumhurbaşkanlığı üzerinden yeni bir güç ve nüfuz savaşına sahne oluyor. ABD ve İran’ın başını çektiği denklemde ağırlığına göre Fransa ve Suriye ile birlikte bütün güç odakları bulunuyor. Lübnanlılara göre dış müdahaleler olmasa cumhurbaşkanını seçmek çok kolay. Dört yüz sene Osmanlı idaresinde kalan, ardından geçen doksan senede binbir türlü belayla muhatap olan dört milyonluk Lübnan, şimdi yedi düvelin gizli servislerinin cirit attığı ve nüfuz savaşı verdiği bir kriz bölgesi hüviyetinde. Lübnan için Cumhurbaşkanı seçiminden daha da önemlisi seçimden sonra nasıl bir güç paylaşımına gidileceği. % 60’a yakın Müslüman ve % 40 Hristiyan nüfusa sahip Lübnan, hem iç savaş, hem işgal, hem de siyasi suikastleri tüm yoğunluğu ile yaşadığından, şimdiki krizden en az zararla kurtulmak için korku ve endişe içinde dış müdahaleleri olabildiğince dengeleyecek yeni formüller arıyor. Lübnan’ın içinde bulunduğu durumu gelecek hafta burada tahlil edeceğiz nasipse.
Her köşesinde işgal ve iç savaşın izlerinin hâlâ görülebildiği Beyrut’ta Kudüs’ü ve İslâm dünyasının meselelerini tahlil ettik ve 10 Ocak’ta vasıl olacağımız yeni hicrî senenin hem Filistin hem de İslâm dünyası için hayırlar getirmesi duâsıyla ayrıldık.
Bu vesileyle tüm okurlarımın yeni hicrî senelerini tebrik ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.