Çatışma/Uzlaşma
Çatışmanın olduğu yerde uzlaşma arayışına gidilir. Ama acaba her çatışma bir uzlaşma arayışını sonuçlar mı? Uzlaşma arayışını sonuçlasa bile uzlaşmaya varmak mümkün olur mu?
Çatışmanın uzlaşmayla sonuçlanması her ikisinin aynı düzlemde yer alıyor olmasını gerektirir. Bu önerme daha baştan önkabullerimiz arasında bulunmalıdır.
Uzlaşma talebinde bulunan kesim (kişi, kurum), çatışmaya düştüğü kesim (kişi, kurum) karşısında aynı düzlemde yer aldığını bilmiş veya kabullenmiş olmalıdır.
Aynı düzlemde yer alıyor olmak, aynı değer yargılarını paylaşıyor olma anlamını tazammun eder.
Soyut veya afakî gibi duran söylemimizi somut zemine indirmeyi deneyelim. Peygamber Efendimiz zamanında Kureyş, ona uzlaşma önermesinde bulunuyordu. Önerilerinden biri şuydu: "Bir yıl sen bizim taptıklarımıza tap, bir yıl da biz senin önerdiğin tanrıya tapalım. Sonunda bakalım, hangimizin taptığından daha verimli bir sonuç elde etmişiz; hangisinden görünür bir çıkar elde etmişsek, bundan sonra o tarafın önerdiği tanrıya tapmaya devam edelim."
Peygamber Efendimiz bu teklifi reddetti. Burada pazarlık konusu yapılan tanrılar arasında vahidi kıyas (karşılaştırma birimi) yoktu. Şöyle ki, Peygamber Efendimiz bir kereye mahsus olarak bile olsa puta tapmayı kabul edecek olsa, kendisinin uğrunda mücadele ettiği tanrının içini boşaltmış olma durumuna düşmüş olacaktı.
Kureyş'in kurnazca ileri sürülmüş önerisi bir kez kabul görmüş olsa bile onun, bu pazarlıkta yitireceği herhangi bir şey var bulunmayacaktı. Çünkü o, ortaya bir çıkar ilişkisi koyuyordu. Ortaya koyduğu çıkar ilişkisinde ister putların bulunduğu taraf kazanmış olsun, ister tanrının bulunduğu taraf kazanmış olsun, Kureyş her halükarda çıkarını sağlamış ve sağlama almış olarak sıyrılacaktı bu işten. Çünkü kendi putunun bulunduğu taraf, yani bizzat kendi önermesi kazanırsa zaten kendisi kazanmış oluyordu; yok eğer bu bahiste karşı tarafın bulunduğu taraf kazanmış olsa, bu durumda da zaten çıkarın o tarafta bulunduğu ortaya çıkmış olacaktı ve gene Kureyş kazanmış olacaktı.
Oysa Peygamber Efendimiz bu bahse girişmiş olsaydı, her halükarda yitirmiş olacaktı. Bir kere salt bu bahse girmekle, yani tanrı üzerine bahse tutuşmakla onu yitirmiş olacaktı. Ardından, bu bahis her halükarda kayıpla sonuçlanacaktı. Çünkü o tarihte Kâbe'de bulunan 360 civarındaki putun her birinin ziyaretçisi vardı. Oysa hac henüz fariza halinde olmadığından İslâm Peygamberi'nin önerdiği tanrının ziyaretçisi mevcut olmayacaktı.
Kureyşin önerisi falanca kabilenin putları ile filanca kabilenin putları arasında bir yarışmayı öngörse idi, bu anlamlı olurdu ve yarış aynı düzlemin içinde gerçekleştirilmiş olurdu.
Kureyş uzlaşma önerisinde bulundu, çünkü kendi putu ile tanrıyı aynı çıkar düzlemine çekebiliyordu; Allah'ın Resulü bu öneriyi reddetti, çünkü iki farklı düzlemin değerleri yan yana getirilmek ve karşılaştırılmak isteniyordu.
Günümüzde de bazı kesimlerin uzlaşma arayışı arasında tarafların aynı zemin üzerinde yer alıyor olması veya olmaması söz konusu arayışın anlamını belirlemede ölçüt olmalıdır.
Demek ki, çatışmayı yalın olarak "söz, iddia veya davranış birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakız olmak; karşılıklı vuruşmak; kavga etmek" (TDK) biçiminde kabul etsek bile, burada kestirmeden uzlaşmaya gitmenin mümkün olamayacağını görebiliyoruz.
Uzlaşmanın olduğu gibi, çatışmanın da aynı düzlemde yer alması gerekiyor. Hak ile batılın uzlaşması söz konusu olmuyor. Bir hakkın bir başka hak ile veya bir batılın bir başka batıl ile uzlaşması mümkünken, hak ile batılın uzlaşması mümkün görünmüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.