Fizik ve kimyadan çaktık!
Maçın oynanacağı gün çıkan yazımın başlığı şöyleydi: “Aman yazlık takım olmayın...” Bunun ne demek olduğunu da geniş bir paragrafla anlatmaya çalışmıştım. Demem oydu ki; rakip atletik, güçlü fizik yapılı, süratli ve de en azından orta halliceden iyi teknik idi. Böyle bir rakip karşısında özellikle kendi oyun alanınızı kapatacak, rakibi yan oynamaya itecek bir yapı ve taktikle oynamanız gerekirdi. Yani size 1-0 yeterken, hava atma uğruna koridorlarınızı açık bırakmamanız gerekirdi.
Şimdi maçın sonrasını yazıyorum... İkili mücadelelerde kazanan büyük yüzdeyle rakip idi... Top almak adına kendini boş koşularla fazlaca gösteren taraf da rakip oldu. Arena’nın müthiş taraftarının müthiş tezahüratı yüzünden kaybettikleri topları da alanda çabuk toplanarak kazandılar. Maçın, daha doğrusu turun kazananını ortaya çıkaran penaltılara dikkat ettiniz mi? Onların penaltıları dışarı giden hariç, bizim kaleye mermi gibi geldi. Fabri birçoğuna doğru köşe tercihi yapmasına rağmen yetişemedi. Bizimkiler mi? Köşeye gidenler bile onların attıkları şutların şiddetinde değildi. Ya oyun içi? Bizden topu alan genelde kendi başının çaresine bakmakla yükümlü kaldı. Sakatlıktan yeni çıkmasına rağmen Quaresma hariç, hatta iki golün kahramanı Talisca da dâhil, rakip geçmede zorlandık, alan kat edemedik...
Quaresma’nın akılcı kornerini içeri çeviren Oğuzhan’a Talisca tahta ayağıyla iyi bir cevap verip golü kaydettiğinde, maçı anlatan spiker de dahil herkes, “Oh tamam bitti bu iş” demedi mi? Ama karşımızda yukarıda geniş biçimde sözünü ettiğim biçimde tam bir Avrupalı takım vardı. Casette ve Balbuena dışında tanınmış oyuncusu olmayan Lyon, günün futbol olmazsa olmaz koşullarının neredeyse tamamına sahip oynamaya devam etti. Zaten 7 dakika sonra da beraberliği tuttular. İçeriye berabere gittik.
Dönüş mü? Aynı takımla idik. Zaten tuttuğum notları saklayan biri olarak, Beşiktaş bütün Avrupa maçlarını neredeyse aynı kadro ile oynuyordu. Tabii ki Marcelo ve Aboubakar ki en büyük koz yoktu... Oysa ben maç günü çıkan yazımda Atiba’nın mutlaka yanına bir yandaş konması gerektiğini yazmıştım. Lyon’un dikine çabuk geldiğini dikkate alarak. Adriano da sakatlanıp çıkınca bizim hücum gücümüz iyiden iyiye zayıfladı. Necip hamlesi ise benim yazımın başında beklediğim tedbirlerden biri idi ama ancak 94. dakikada gerçekleşti. Quaresma da çıkınca kaderimiz penaltıların elinde kaldı.
Bu maçta gol kaçırmadık mı? Kaçırdık... Hele hele Talisca ve Cenk’in kaçırdıkları... Babel’in kalabalık içinde altı pasta hâlâ düzeltmeye çalıştığı topta olduğu gibi... Ya onlar? Bizden neredeyse iki katı kadar...
Neyse, sonuçta ikinci bir Galatasaray zaferi yaşayamadık bu kupada... Önemli olan önümüzdeki sezon, büyük ihtimalle Şampiyonlar Ligi’nde, yukarıda saydığım eksiklerimizi gidererek oynamaktır. Takımın neredeyse yüzde sekseni yabancı ama bizim topraklara geldikten sonra bizimkilerin düzeyine inişleri bence üzerinde en çok durulması gereken problemdir. Yine de teşekkürler Beşiktaş! Hiç olmazsa Nisan’ın sonuna kadar geldin...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.