Çifte medresenin diğeri: Yakutiye
Çifte Minareli Medrese dikkat çekicilikte Erzurum’un bir numarasıdır. Mevki olarak yüksek bir yere bina edilmiştir. Saltuklu devrinden kalma Atabey, yahut Ulucamiin komşusudur. Bu büyük, fakat ihtişamı mühimsemeyen yapının yanında Çifte Minareli daha görünür hâle gelir.
Erzurum’un o zamana kadar en büyük yapısıyla boy ölçüşen ve onu gölgeleyen bir yapıdır Çifte Minareli! Selçuklu sükunetinin yanında İlhanlı şakraklığı...
“Çifte Minareli Medrese olmasa idi, Erzurum’un en gözalıcı yapısı hangisi olurdu?” sorusunun cevabı “Yakutiye Medresesi”dir.
Yakutiye Medresesi, Lalapaşa Camiinin yakınındadır. Osmanlı mimarları, kendilerinden önce yapılan eserleri adeta görmezden gelerek farklı bir anlayışla çalışmışladır. Mimar Sinan eseri Lalapaşa güzel bir örnektir. Aynı ilk Selçuklu döneminin yapıları gibi ihtişam değil, aklilik ve kullanılabilirlik öne çıkmıştır yapımında. Binanın genişliğine göre kubbe yüksekliğinin fazla olmamasını, hatta minarenin çok yükseltilmemesini bu akılcılığa bağlayabiliriz. Şehrin şiddetli kışı düşünülürse bu akılcı bir çözümdür, deprem bölgesi olduğu hatırlanırsa da.
Yakutiye Medresesi ise giriş cephesi, kapısı ve minaresiyle gösterişlidir, fakat geri kalan kısmıyla, nisbetleriyle aklî. Bir kere Erzurum’da açık avlulu medrese yapmak, hem de bunu abidevî ölçülerle inşa etmek, ısıtılması ile ilgili hususlar dikkate alındığında pek akıl kârı değildir. Yakutiye, kapalı avlulu bir medrese olarak daha fazla kullanılmış olmalıdır. Onun Çifte Minareli Medrese’den sonra yapılmış olması sadece kapalı mekânından değil, süslemelerinden de anlaşılabilir.
Hayat ağacı, çift başlı kartal, daha incelikli resmedilmiştir. Yanlarına da iki arslan/kaplan figürü eklenerek. Minaresi daha karmaşık motiflere sahiptir.
Çifte Minareli Medrese ile ilgili yarım yamalak söylenebilen Selçuklu eseri iddiası, Yakutiye için kitabesi mevcut olduğundan sözkonusu edilemez. O halis muhlis İlhanlı eseridir!
İlhanlı mimarisinin Selçuklu mimarisinden farklı olduğu dikkate alınmalıdır. Bu farkın, esas olarak büyük nisbetler, süs ve ihtişamdan kaynaklandığı söylenebilir.
Türk Kimliğinin Coğrafyaları isimli kitabımızda İlhanlıların değişim süreci üzerinde durmuştuk. İlhanlı devletinin kurucusu sayılan Cengiz Han’ın torunu budist Hülagü Bağdat’ı yerle bir etmiş ve Abbasi hilafetini ortadan kaldırmıştı. Onun ölümünden sonra devletinin seyri, Moğolların İslâmlaşması ve türkleşmesi sürecini gözlerimizin önüne serer. 1265’te ölen Hülagü’nün halefi Abaka budistti. Abaka ülkesinde İslâmiyet’in yayılması üzerine, atalarının geleneklerini korumaya çalıştı. Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede Müslüman olmayan bir yönetici olarak böyle bir tepki ortaya koymuştu. Fakat bu tarihin akışına uygun bir tavır değildi ve sonuçsuz kalmaya mahkûmdu. Nitekim yerine geçen Teküder Müslüman oldu ve Ahmet adını aldı. İlk müslüman İlhanlı hükümdarı budur (1282).
Ahmet, İki yıl sonra Abaka’nın oğlu Argun tarafından öldürüldü. Hanedandaki bu erken müslümanlıktan sonra gelen Argun ve onun yerine geçen Keyhatu budistti. Fakat, hanedan için İslâm artık ertelenemez hâle gelmişti. Keyhatu’dan sonra tahtı ele geçiren Gazan Mahmud ise, daha önce yüzbin askeriyle birlikte müslüman olmuştu. Gazan Han, tahta geçtikten sonra İslâmiyeti resmî din hâline getirdi, ondan sonra Moğollar arasında müslümanlaşma yaygınlaştı (1295-1304). Vefatından sonra yerine geçen Olcaytu Müslüman değildi. Esasen, Olcaytu’nun kısa süren hayatı hanedanın gelişimini özetler mahiyettedir.
Olcaytu, önce annesi tarafından vaftiz ettirilmiş, Hıristiyan olmuştu. Sonra budizme geçti. Sonunda Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra yeni dinini baskı ile kabul ettirmeye çalıştı. Bir müddet sonra mezhep değiştirmeye başladı. Hanefilikten şafiiliğe ve en sonunda şiiliğe geçti! Olcaytu’nun oğlu Ebu Said müslümandı. Vâris bırakmadan öldü ve İlhanlı devleti ondan sonra fazla ayakta kalamadı (1335).
Yarım asrı bulmayan kısa süre içinde yıkıcı şaman, budist Moğollar gitmiş yerine türkçe konuşan Müslüman İlhanlılar gelmiştir. Bu yeni Müslümanlar cedlerinin yıktıkları umran eserlerinin yerine daha büyüklerini, daha gösterişlilerini yapmak için çabalamışlardır. Bu çabada yeni dinlerini ısbat iddiası da hissedilebilir.
Sivrihisar’dan Erzurum’a Türkiye sınırları içinde kalan İlhanlı eserlerini bu gözle temaşa etmek gerekir: Sivas Çifte Minareli Medrese, Kırşehir Caca Bey Medresesi ve Fatma Hatun Kümbeti, Sivrihisar Alemşah Külliyesi, Amasya Dârüşşifâsı, Niğde’de Hudâvend Hatun Kümbeti, Tokat’ta Nûreddin İbn Sentimur Kümbeti...
Kitap hattı:
Son ziyaretimizde Erzurum’da kitap fuarı vardı. Erzurum dışında gelen yazarlar yanında Erzurumlu müellifler de fuarda idi. Daha önce yakın tarihle ve Erzurumla ilgili kitapları yayınlanan Muzaffer Taşyürek, Tarihten Silinen Zafer Kut’ül Amare kitabı ile son yıllarda tekrar gündemimize giren bir konuyu ele alıyor. Bu hacimli kitapta bizim “Acemi Paşa” dediğimiz Uceymi Sadun Paşa’yla ilgili kısımları heyecanla okudum. Osmanlıya sadakatini sonuna kadar koruyan bu kahramana, Milli Mücadele’nin önemli belgelerinden Amasya Mülakatı’nın gizli maddelerinde yer verilmiş, Milli Mücadele’ye de destek vermiş ve bilahire Urfa’nın Germüş köyüne yerleştirilmiş ve orada hayatını tamamlamıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.