Bu karşılama da neyin nesi?
Gerçekten de bizim futbolun tepeden tırnağa bir yenilenme dönemi geçirmesi gerekiyor. Tabii ki bunun içinde sözüm ona taraftar ögesi de olmalı... Buraya nereden mi geldim?
Açalım şimdi... Ne zaman ki Edirne dışından, spor basınının gazete ve ekranı ile pompaladığı bir yabancı bizdeki yeni kulübüne gelecek olsa hava limanlarımın ana baba gününe dönüyor. Bayraklar, formalı tipler, atkılı gençler, şapkalı ekip hava limanlarını tıka basa dolduruyorlar. Sloganlar atılıyor, marşlar söyleniyor, tribün ağzı alabildiğine ortalığı inletiyor. Güvenlik görevlileri ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Aralarına girseler itilip kakılıyorlar. Kenarda durup bekleseler, yani kordon yapsalar bir işe yaramıyor, yarıp giriyorlar en yanına oyuncunun... Oyuncu önce şaşkın, sonra hafif gülüyor ve o kalabalığın içinden kendisine bekleyen son model arabaya bindiriliyor ve uzaklaştırılıyor...
Bu hava alanları fotoğrafına dünyanın hiç bir yerinde rastlamazsınız. Tabii ki oraya Messi, Ronaldo veya zamanında Ronaldinho, Neymar falan gibiler gelmemiş ise... O da belli bir sayıda taraftar ancak oraları işgal edebiliyor. Artan varsa da onlar da dışarılarda bekleşiyorlar. Çünkü orada gerçek anlamda devlet vardır. Öyle bir iki kulüp otoritesinin dümen suyunda olmayan cinsten...
Devam edelim... O bize inen malum futbolcular lüks araçlarından kalacakların otele veya kendilerine ayrılmış bir villaya kadar gidiyorlar. Şayet geliş saatleri akşama rast gelmemiş ise bekliyorlar, şayet saatler 20.30’dan sonrasını gösteriyorsa, belki de konaklayacaklara yere değil doğrudan ya gece kulübüne, ya da İstanbul’un en lüks lokantasına götürülüyorlar. Genelde de Boğaz manzaralı olanına... Adam şaşkındır. Ölmeden cennete mi geldik diye sağına soluna bakmaktadır... Hiç unutmam Roberto Carlos, direkt hava limanından Boğaz’daki bir gece kulübüne götürülmüştü de, “Burası anlatıldığından da muhteşem” demişti. Sonra ne mi olmuştu? Tek kupa aldırmadan ve de üstelik Anadolu yakasındaki bir otelden (ismi bende) kasetleri yönetime servis edildikten sonra kovulmuştu...
Bitti mi? Bitmedi. Bu yabancı takımı ne yapsa yazılı ve görsel medyanın bir numarası oluveriyor. Hele ki bir de gol atarsa, aylarca konuşuluyor, manşetlerde oturuyor. Geldiğinde 65 kilo olanı, bir bakıyorsunuz iki ayda 80’i bulmuş, yerinden kıpırdamıyor. Aldıkları para mı? Cebe net ortalama 3,5 milyon avro... Vergi yok haaaa.... Vergiyi kulüp öder. O da öderse tabii... Ben çok bilirim tonla vergi borcu olup da, Ankara’ya gidildikten sonra o borçların silindiğini ya da yüzde ona indirildiğini... Neyse, imza parası, imaj parası, menajer parası hariç tabii ki... Şayet bonservisi yoksa tabii...
Şimdi en önemli yere gelelim... Bunca tantanaya, bunca paraya rağmen bunların neredeyse yüzde doksanını elden çıkartmak için çırpınır durur bizim kulüpler. Talipleri çıkmaz. Çıksa da, verilen paranın yüzde onunu geçmez bu rakamlar... Kaldı mı elinizde, o hava alanlarının muhteşemleri... Hiç unutmam Krasiç adlı bir muhteşem (!) futbolcu tam tamına 3 sene bir deniz kıyısında yedi, içti, yattı... Maliyet mi 12 milyona avro... Ama o alanları dolduran tantanacıların umurunda değildir kulübün hali... Kim bilir belki de bazıları bazı yöneticilerce oralara postalanmışlardır. Onlar zaten maçları avanta seyretme sırasındadırlar şimdi... Nasılsa transfer bitmiştir.
Haydi o zaman, yeni karşılamalara... Yeni yeni zararların temelini atmaya... Nasılsa Başakşehirspor’un şampiyonluk yarışına katılışı bizde tek sütuna ve de ekranda iki cümleye mahkumdur. Ne yapalım yahu diyorlar; ıkınsan sıkınsan adamların iki bin seyircisi var... Tabii böyle denince de, Avrupa’da ismini zor duyduğunuz bir takım zirveye oynayınca da, orta sıralarda kalsa da tribünlere tıklım tıklım doluyor... Hay Allah; ben de neler yazıyorum yahu...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.