İşkence Çirkinliği
Bu ülkenin bozuk düzeninde bir hükümet ilk defa tutuklu iken işkenceden ölmüş bir yurttaşı için Adalet Bakanı aracılığıyla özür diledi.
Alışıldık bir durum değildi ve herkes biraz memnun, biraz buruk, biraz garipsemiş, biraz fantezi sayarak bunun “ilk” oluşuna dikkat çekti.
Bu bile bir ayıp olarak bu sisteme yetmez mi?
İşkence, haksız olarak bir insana maddî veya manevî sıkıntı çektirmekten başlayıp, işi eziyet verme, acı çektirme, azap etme ve zulmetmeye kadar götüren işlerdir.
Bu tariften anlaşılan, suç işleyen insanların bazı haklarının elinden alınarak veya kısıtlanarak hissen veya manen acı çektirilmesi, daha açıkçası yargılama sonucu verilmiş hukukî cezalar, işkence değildir.
Söz gelimi bir hukukta bir suça karşı belli oranda ve nitelikte dövme, hapsetme veya para ödetme gibi eziyet ve sıkıntılar varsa, bu işlem, işkence değil, suçun yasal bir cezasıdır. Her suçlu, başına bunların gelmesinin muhtemel olduğunu daha başından bilir.
Bir başka anlaşılan da şudur: işkence eden, edilmesi için emir ve imkân veren, sebep olanlar, haksız hukuksuz iş yapan zalim, gaddar, merhametsiz insanlardır. Cezalandırılmayı hak eden suçlu insanlardır.
İşkence, kötü muamelenin bir başka adıdır. İnsan ne kendine, ne başka insanlara, hatta ne de hayvan ve bitkiler gibi canlılara, taş, toprak gibi cansız varlıklara işkence edemez. İşkence haksızlık olduğu kadar, ahlaksızlıktır da. İşkence, bir kişilik ve davranış bozukluğudur. Tedavi olunması gereken bir hastalık yani…
İslam işkencenin her çeşidini yasaklamıştır. Her haksız fiili kınamış, kimileri için kınama, kimileri için de belli cezalar koymuştur. Bu açıdan bakıldığında, herkes doğuştan kazanılmış bir kısım haklara sahiptir. Kimsenin canına, malına, aklına, dinine, ırz, şeref ve haysiyetine zarar verilemez. Aksi takdirde tazmin ve ceza yoluna gidilir.
Herkesin din ve vicdan özgürlüğü, eğitim ve sağlık alma, ev, iş ve mülk edinme, seyahat etme, seçme, seçilme, adil yargılanma vs. hakları vardır. Bunların zarar görmesi işkenceden başka bir şey değildir.
İşkence bir zulümdür. Zulüm ise Allah Teâlâ’nın hiç sevmediği bir olgu olarak saadet güneşini kapatan karanlıklardır. Allah Teâlâ, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için göndermiştir değerli dinini.
İşkence kimden gelirse gelsin çirkindir ve asla savunulamaz. Maalesef insanlar, ya yakınları, ya da çıkarları karşısında bazen adaleti arkalarına atabiliyorlar. Bu çok çirkin bir davranıştır. Sevmediklerine, hatta düşman olduklarına bile adaletle davranması, bir insanın kalitesini gösteren en büyük alamettir.
Adalet ile takva arasında, yani Allah Teâlâ’ya manevî yakınlık, sevgi ve dostluk arasında son derece doğru bir ilişki vardır. Allah Teâlâ âdil Müslümanları sever, zâlimleri ise asla sevmez. Bu açıdan dindar bir insanın işkenceci olması asla düşünülemez.
İşkence haksız bir iş ve çirkin bir davranış olduğuna göre, kimse bunu yapmamalı, başkasına “yapın” diye emir de vermemelidir. Kendisine böyle bir emir verilen de, bu hukuksuz emri dinlememelidir. Bilindiği gibi, kim olursa olsun, Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına aykırı bir emir veren, asla dinlenmez ve itaat edilmez. Bu bakımdan İslam’ın emri açıktır: “Halika isyan olan yerde, mahlûka asla itaat olunmaz.”
Dolayısıyla memurların asla işkenceye alet olmaması gerekir. “Ekmek parası” diye böyle bir çirkinliğe göz yummak, hem haramdır, hem de erdemsizliktir, kişiliksizliktir.
Hepsi bu mu?
Değil elbet. Devam ederiz inşallah.