Temizlik seferberliği başlatmalıyız
On gün içinde iki sehayat yaptık. Şehirlerin arasında yolculuk ettik. Dağlara çıktık, ovalara indik, dere boylarında yürüdük. Külliye’den ücra ve tenha dağ köylerine kadar.
Notlarıma bakıyorum. Çoğu temizlik, daha doğrusu kirlilik üzerine. Ülkemizin toprakları ve suları hızlı bir şekilde kirleniyor, kirletiliyor. Türkiye adeta açık hava çöplüğüne dönüşüyor. Bâkir ve temiz yerler azalıyor.
Kapıorman dağlarının Kılıçkaya zirvesine grayderle yol açmışlar. Ne gereği var? Yangın yolu desek değil.
Bin dört yüz rakımlı Davlumbaz yaylasında, bir alıç ağacının altında içki şişeleri gördük. Meyvesinden biraz toplayacaktık, vazgeçtik. Bu şişe ve kutulardan her yerde var. İstanbul’un su ihtiyacının bir kısmını karşılayan Alibeyköy barajını görünce gözlerime inanamamıştım. Kıyılarda içmiş ve şişeleri çoğunlukla suya atmışlar. Bu kötülüğe itiraz ettiğimiz zaman laiklik karşıtı olmuyoruz.
Eyüp belediyesine bağlı Kurtkemeri piknik alanını geziyoruz. Kuzey Ormanları’nda. Bir aile ağaçların altına kurulan masada güzelce piknik yapmış, hoşça vakit geçirmiş ve bütün çöpünü öylece bırakıp gitmiş. Oysa yirmi metre ötede çöp kutusu var. Belediye vazifesini yerine getirmiş. Fakat insanın içinde olacak. İşte oraya, yani içeriye hitap edecek bir dil geliştirmek gerekiyor. Mesela Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın birinci bölümü niye var? Temizlik de Milli Eğitim’in bir parçası değil midir? Yol kenarlarına kaçak olarak dökülen molozlar Ulaştırma Bakanlığı’nı ilgilendirmez mi? Sağlık Bakanlığı sadece hastanelerden mi sorumludur?
Bereketli ovalardan geçiyoruz. Araçlardan atılan pet şişeler ve rüzgârın getirdiği poşetler tarlaları istila etmiş, ediyor. Hayvancılık yapılan yaylalara çıkıyoruz. Her yer cam kırığı dolu. Bunun sonuçlarını neredeyse herkes bilir. Bu durumlar, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın dikkatini niçin çekmez?
GELİYOR, KİRLETİYOR VE GİDİYORLAR
Son yıllarda maddî imkânlar arttı, ulaşım hızlandı. Sosyal medya, birbirine benzeyenleri buluşturdu. Kampçılık ve günübirlik geziler yaygınlaştı. Bir güzellik buluyor, paylaşıyor ve insanları oraya çekiyorsunuz.
Ortak şikâyet, günübirlikçilerin tutumu. İkinci defa gelmeyecekler çünkü. Geliyor, genellikle kirletiyor ve gidiyorlar.
İstediğiniz her yere kamp kurabiliyorsunuz. Tatlı su kaynaklarının yanına, koruma alanlarına veya millî parklara. Mesela Bolu ilimizin sınırları içinde kalan ve benzeri bulunmayan Sülüklügöl’de tam bir çevre felâketi yaşanıyor. Dileyen dilediği yere ateş yakabiliyor. Sarıçam ormanı çöplüğe dönüşmüş durumda. Buraları kim koruyacak, temizleyecek? Orman Genel Müdürlüğü’ne mensup birkaç görevliyle olacak iş midir bu?
Cadde ve sokakların temiz tutulmasıyla ilgili bir diyeceğimiz yok. Belediyelerin temizlik birimleri, en azından haftanın bir günü ve planlı bir biçimde, sınırları içinde bulunan yayla, orman, ova, köy gibi yerlere de gitmelidir. Mıntıka temizliği yaparcasına. Bu hizmete gönüllüler de eşlik edebilmelidir.
Göynük ilçesi hakkında olumlu bir yazı kaleme almıştık. Hâlâ aynı fikirdeyiz. Böylesi iyi korunmuş bir beldemizin beş yüz metre ötesine açık çöplük kurulmuş. Hem pis koku yayıyor, hem de rüzgârla birlikte çöpler her yere dağılıyor. Vaziyet, bu güzelliğe ve hassasiyete yakışıyor mu? Elbette yakışmıyor.
TÜKETMEK DEĞİL, İSTİFADE ETMEK
Tanıdığımız veya tanımadığımız insanların yanı sıra bir gün döneceğimiz toprak da bize emanettir. O toprağın üstünde ve içinde yaşayan her şey.
Emanet bilmek ile bilmemek arasındaki farkın neye karşılık geldiğini görüyoruz. Önümüze çıkan ilk kelime: Yıkıcılık.
Sorun, dünyadaki tek canlının kendisi olduğunu düşünenler değil sadece. Kayıtsız kalmak da kabahatin bir parçası olmaktır.
Vatanı korumak deyince aklımıza sadece askerî tedbirler ve savunma sanayi gelebilir; gelmesin. Bir ahlat ağacına veya tatlı su kaynağına gereken özeni göstermek de bu savunmaya dâhildir. Kirleterek, hor kullanarak koruyamayız. İbrahim Paşalı’dan ödünç alıp söyleyelim: İstifade etmek ile tüketmek aynı şey değildir. Başlamamız ve çalışmamız gereken yer işte burasıdır.
Emine Erdoğan Hanım, birkaç gün önce ‘sıfır atık projesi’ başlattı. Destekliyor ve kendisini kutluyoruz. Sözünü ettiğimiz ve etmediğimiz bütün kurumlarla birlikte topyekûn temizlik seferberliği de başlatmalıyız.
Dile getirdiğimiz sıkıntılar, sıkı kontroller ve cezaî işlemlerle çözülemez. Devletin gücünden ziyade yaygın imkânları kullanılmalıdır. Burada devlet babaya değil, devlet anaya ihtiyacımız var. Emine Erdoğan Hanım’ın bu adımı atması onun için mühimdir.
Kampanya ve eğitimlerin sadece okullarla sınırlı olmaması gerekir.Topluma gezi, piknik ve koruma kültürü öğretilmelidir. Niçin tabiata hürmet etmemiz gerektiği anlatılmalıdır. Sözgelimi yaylalarda artan çim hırsızlığının diğer hırsızlık türlerinden farkının olmadığı aktarılmalıdır.
Öğrencilerden evvel belediye başkanlarına çevre ve temizlik semineri verilmeli. Misal: Her gün temizlenen Beyazıt semti İstanbul’dadır da ağır bir çevre tahribatına maruz kalan Tayakadın köyü nerededir? Birinin temizliğinden kendini sorumlu hisseden diğerinin temizliğinden niye hissetmez? İkisi de aynı şehrin parçası oysa.
Devam etmek şartıyla bitirelim: Temizlik imandandır. Bu hüküm yalnızca vücut ve niyetle mi ilgilidir? Kendimizi temizliyor fakat etrafımızı kirletiyoruz. Nedir bu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.