Araplar da yüzleşmeli
“Türkiye'nin geleneksel dış politikası” olarak her fırsatta tekrarlanan ve bu tekrarlama sayesinde bir tür (vicdani) meşruiyet kazandırılan çizgisine yönelik en büyük eleştiri “tek boyutlu” olmasıdır. Tek boyutlu dış politika izlemesi demek, Türkiye'nin komşularına ve Ortadoğuya kapalı olmasını dayatan bir tercihten söz ediliyor demektir. Bu tercih aslında içinde bulunduğu sistemin Türkiye'yi icbar etmesinin sonucuydu. Bu icbar edilişin gönüllü aktörleri de bu güne kadar bu siyaseti taşıdılar.
Türkiye'ye icbar edilen tek boyutlu dış politikanın sadece komşuları ve Ortadoğuya yabancılaşmakla sınırlandırılması eksik bir tanım olur. Zira bir imparatorluk bakiyesi olarak kurulan Türkiye'ye sistemin dayattığı perspektif, Osmanlı geçmişini daha doğrusu köklerini hatırlatacak,onunla ilişkilendirecek her türlü girişimden uzak tutulmasını içeriyordu. Osmanlı köklerinin hatırlanmaması demek imparatorluğun bakiyesi onlarca devletle siyasi olduğu kadar kültürel olarak da ilişkiye geçmemek, kopmak hatta düşmanca tavır almak demektir. Birinci Dünya Savaşı'nda yıkılan imparatorlukların yerine kurulan siyasi yapılarda sadece Türkiye'den redd–i miras istenmesi geleceğimizin hangi köklere sahip çıkarak inşa edilebileceğine de bir işarettir.
Türkiye'nin Osmanlı hafızasının silinmesi demek sadece Ortadoğu ile değil Balkanlarla da benzer muhtevada kuracağı ilişkilerin önüne set çektiği gibi, sevinçleri ve hüzünleriyle beraber kurduğumuz ortak tarihin çocukları olan Balkanlardaki Müslüman unsurlarla olması gereken ilişkiyi engelledi. Ya Balkanlar boşaltılarak Türkiye'ye göç etmeleri teşvik edildi ya da kendi kaderlerine terk edildi.
Sonuçta uzun Osmanlı yüzyılları boyunca kurduğumuz ortak medeniyetin tüm unsurları parçalanarak, birbiriyle rabıtası olmayan birimler haline gelerek farklı siyasetlerin yörüngesine sokulmak istendi.
Türkiye'ye yönelttiğimiz bu tek boyutluluk eleştirisi aslında çift yönlü ele alınmadan bu eleştirinin bir anlamı olmaz. Özellikle, Osmanlı sonrası batılı sömürgecilerin denetimine girdikten sonra siyasal yapısı batıcı-milliyetçi-seküler kadrolar marifetiyle yeniden şekillendirilen Arap dünyası benzer bir siyasete icbar edildi.
Bu çerçevede Arap siyasetinin sağlıklı biçimde yapılacak bir değerlendirmesi bizim için yitik hafızanın başka bir bölümünün yenilenmesi anlamına gelecektir. Redd–i miras yapmasına rağmen Türkiye'yi Osmanlının devamı gören, köpürtülen milliyetçi siyasetler doğrultusunda dışlayan Arap ülkelerinin kendi aralarında da bütünlüklü ve tutarlı bir çizgi izlemeleri beklenemezdi. Osmanlı'yı işgalci sayan, kendi halkına ve kültürüne yabancılaşmış nev zuhur Arap entelijansiyası ve siyasal erki İsrail işgaliyle bile baş edecek irade gösteremedi. Milliyetçilik sadece ortak Müslüman şuurunu parçalamakla kalmadı, ortak bir Arap iradesi bile ortaya çıkarmadı ki bu durum hiç şaşılası değildi. Bu coğrafyanın yabancısı olduğu, kültürel genlerini çökerten yabancı aşı gibi zerkedilen her ideoloji gibi milliyetçilik de Ortadoğu için yıkımdan başka bir şey getirmeyecekti.
Türkiye'nin Ortadaoğuya yönelik görece farklı sayılabilecek yeni açılımlar yapmaya çalıştığı bir dönemde, Arap ülkelerinin, en azından bu düzeyde bir karşılık vermemeleri geleneksel zihin kodlarının henüz çözülmediğini gösteriyor. Mesela İsrail işgaline karşı ne kendi aralarında ortak bir strateji üretebilen ne de uluslararası aktörleri bu yöne motive edebilen Arap dünyasının benzer körlüğü devam ettiriyor.
Lübnan'da yayınlanan Daily Star gazetesi başyazısında Arap Birliği'ne önemli bir uyarıda bulunuyor: “Eğer Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, kurumunun faydalı bir şey yapmak için ehliyetli olmadığı şeklindeki halk anlayışını değiştirmenin bir yolunu arıyorsa Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştirmeyi düşünmelidir.” Buna gerekçe olarak Türkiye'nin BM Güvenlik Kurulu'na geçici üye olması ve bu zamana kadarki geleneksel politikalardan farklı bir dışa açılım izlemeye başlamasını gösteriyor.
“On yıllardır devam eden Ortadoğu çatışmasını sonlandırmak için baskı yapmaya hazır bir Türk-Arap ittifakıyla birlikte İsrail artık barış için gerçek bir ortağının olmadığı şeklindeki bezgin bahanesini yeniden kullanıma sokamayacaktır.” Bu tespiti yapan Lübnan gazetesi aslında Ortadoğuda Osmanlı sonrası doldurulamayan boşluğa da dikkati çekmiş oluyor. Türkler gibi Arapların da Osmanlı geçmişiyle barışmadan kendilerine gelmelerinin imkanı görünmüyor. Ortak bir medeniyetin çocukları olduğumuzun bilincine varmadan atılacak her adım ya İsrail'in işine yarayacak arabuluculuktan öteye geçmeyecek ya da Araplar gibi Siyonist sömürgecilik karşısında çaresiz bakışacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.