İşkencenin Kaynağı
Temel insan haklarından mahrum kalmak bile bir eziyet ve işkence sayılırsa, başka birçok olaylardan vazgeçsek dahi, maalesef işkenceci bir sistemde yaşamak durumunda olmamız yeterli bir işkence demektir.
Bu sistem, temel hak ve özgürlüklerimizi elimizden almış akıl ve erdem özürlü bir sistemdir. Dinimize, eğitimimize, hukukumuza, işimize, kılık ve kıyafetimize, hatta yavrularımıza bile müdahale ediyor ve en tabii haklarımızı elimizden alarak bize kullandırtmıyor. İşkencenin kaynağı bu sistemdir.
Bu sistemde yaşamak bir işkencedir. Bu sistemi düzenleyen Anayasa bile başlı başına bir işkencedir. Hatta bu sistemde insanları eğitecek, hak ve özgürlükleri öğretecek okullar ve üniversiteler bile bir işkencedir. Gerisini saymaya gerek var mı?
Bu zalim sistemde yaşayanlar da işkenceye kanıksamışlardır maalesef. Hatta ufak tefek işkenceleri (!) herkes sineye çeker olmuştur. İşkenceye uğradığını söylemekten insanlar zaten utanırlar. Bir de böyle kanıksamalar olunca, ne acıdır ki bu ülkede işkenceye karşı hiçbir zaman “vah vaah! Yazık olmuş”tan öte yeterince etkili tavır ve tepkiler de maalesef olmamıştır.
Evet, işkencelerin altında, kendi dinine, kültürüne, medeniyetine, tarihine ve halkına düşman bir sistem yatmaktadır. Sistem, işkenceyi yasal veya değil kurumlarla ve teamüllerle sürdürmektedir. Millet biraz kendine gelip de bu işkenceleri yok etmek istediğinde, maalesef darbelere maruz kalmıştır. Darbeler, bu zalim sistemi, daha bir işkenceci yapmaktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla bu işkence batağı ıslah edilmedikçe, işkenceci sivrisinekleri kanımızı emmeye devam edeceklerdir.
Bu işkenceci sistem “batıcı” olduğunu söylüyor. Oysa bugün batı böyle değildir. En azından bu kadar değildir. Bizde de olmaması için faaliyet göstermektedir. Bir yanıyla sevinilecek, ama bir yanıyla da utançtan yerin dibine girilecek bir durum!..
Ne acıdır ki bu garip ülkede işkenceyle mücadele, ancak batının suçlamalarından kurtulmak için yapılmaktadır. Yani içinden gelerek değil, halkına layık görerek değil, dünyanın dilinden kurtulmak için yüz gördülük yapılmaktadır. Bu tutum, bu sistemin garabetini ortaya koymakta yeter de artar değil midir?
İşin daha da acısı, bu ülkede Müslümanlar – İslamcılar, özde batı uygarlığına, özellikle de batı hukukuna ve yaşam tarzına karşı olmalarına rağmen, bu zalim sistemin haksız hukuksuz işkencelerinden nispeten kurtulmak için, AB yi ister duruma düşmüşlerdir. Bilmem ki biz mi utanmalıyız bu çirkin durumdan, yoksa bizi buna mecbur edenler mi utanmalı?!
Hatırlar mısınız, Fatih İstanbul’u fethetmeden az önceleri Bizanslılar, kardinal külahına karşılık, Osmanlı sarığını tercih etmişlerdi. Şimdi biz de kendi işkenceci zalim ve zorbalarımızdan kurtulmak için AB diyoruz…
Bu ülkeyi bu durumlara düşürenlere yazıklar olsun!.
Şimdi bu ülkede bir hükümet ilk defa tutuklu iken işkenceden ölmüş bir yurttaşı için Adalet Bakanı aracılığıyla özür diliyor. Bunu hayra alamet sayıp sevinmeli mi, yoksa birilerinin, “vidalar gevşiyor, sıkmalı ve balans ayarı yapmalıyız” diye düşünmesine sebep oluyor diye üzülmeli miyiz?
Evet, ne diyelim, Allah aklımızı da korusun.