Bir taverna kapısında görüşme
Kentin ortasındaki alandan sapınca kendimi birden salaş lokantaların, meyhanelerin, seyyar kokoreççilerinin bulunduğu caddenin güzergâhında buldum. Caddenin ortasında suyu kesilmiş ve artık bir süs havuzu bile olarak işlevi kalmamış, kırık duvarlı gölet taklidinin içinden hırpani kıyafetli biri yolumu kesti. Üzerindeki giysi giysiden çok gelişigüzel atılmış bir çula benziyordu. Çula sarınmış gibiydi.
— Beyefendi yalvarıyorum, bir sualim var…
Onu dinlemenin işime gelmeyeceğini nerdeyse bir anda aklımdan geçirdim.
— Yalvarıyorum beyefendi, bir saniyenizi lûtfedin…
Böylelerini bildiğimi düşündüm. Parmağınızı verseniz kolunuzu kurtaramazdınız. Yanından savuşup geçmek istedim. Birden kolumu tutmak istedi. Ama tutmadı. Sanırım koluma dokunmaya cesaret edemedi.
— Bırakın beni lütfen, diye mırıldandım. İşim var…
— Bir saniyenizi lûtfetmeyecek misiniz bayım. Sadece bir saniyenizi istiyorum.. bu kentte kendimi dinletecek bir kişiyi bile bulamadım. Ben bu sokağın sakiniyim…
— Ne istiyorsun?
— Beni şu tavernadan içeriye almalarını sağlamanızı istiyorum.
— Ben onları tanımam.
— Lûtfedin bayım.
— Ne yapmam gerekiyor?
— Benimle bir an yan yana durmanızı istiyorum.
Fakat kapıya geldiğimizde meyhanenin fedaisi kapının ortasına dikildi. Sonra da oranın patronu olduğu anlaşılan şahıs bizi karşıladı. Benim herhangi bir şey söylememe ihtiyaç kalmadan patron olacak şahıs konuştu:
— Biz bu beyefendiyi tavernamıza kabul edemiyoruz efendim, üzgünüm.
— Sebebini öğrenebilir miyim?
— Bizim kendimize özgü ilkelerimiz var beyefendi.
— Ne gibi ilkeler?
— Bizim tavernamızda kimse "İstanbul'u sevmiyorum artık" şarkısını söyleyemez.
— Başka?
— Kimse hariçten gazel de okuyamaz.
— Daha?
— Müessesemizde Fenerbahçe aleyhinde konuşmak da yasaktır.
— Peki, arkadaşım, bu ilkelerinizi ihlâl mi ediyor? Sizden "İstanbul'u sevmiyorum artık" şarkısını çalıp söylemenizi mi istiyor?
— Hayır. Fakat onun elbisesi çul.
— Çul mu? Ne çıkar bundan?
— Efendim çul elbise müşterilerimizin arasında baskı oluşturuyor.
— Anlayamadım.
— Müşterilerimiz çul elbise giyen birini aralarında görünce onlar da çul elbise giymek istiyor.
— İstiyorlarsa giysinler efendim.
— Evet, ama onlar çul elbise giymek istemiyor.
— İstiyor mu, istemiyor mu?
— Efendim çul elbise onları baskı altında tutuyor.
— Fakat arkadaşım onları zorlamıyor. İsteyen istediğini giysin.
— Müşterilerimizin arasında kimileri çul elbise giymenin anayasaya aykırı olduğu kanaatini taşıyor.
— Fesuphanallah, o da nereden çıkıyor?
— Benim işittiğim şu ki, çul elbise anayasanın 5. maddesine aykırıymış. Anayasanın 5. maddesi 12. maddeye göndermede bulunuyormuş. 12. madde ise anayasanın ruhunu içeren 1001. maddenin açıklaması ile ilgiliymiş. Böylece anayasanın bin küsur maddelik içeriği tümüyle ihlâl edilmekteymiş.
— Anlıyorum, dedim. Ama hiçbir şey anlamamıştım. Peki, şimdi ne olacak? Dedim.
— Bilmiyorum efendim, dedi patron. Fakat beyefendi üzerindeki çulu çıkarırsa sanıyorum don gömlek içeriye girmesinde bir engel kalmaz.
Arkadaşıma döndüm.
— Ne diyorsun? Patronun söylediklerini işittin. İçeriye don gömlek girmek ister misin?
— Bu teklifi bana daha önce de yaptılar bayım. Ben içeriye don gömlek girmeye razı olduktan sonra sana niye müracaat edeydim ki? Dedi.
Bu sözler karşısında kimse birbirine diyecek söz bulamadı. İşaret parmaklarımız dişlerimizin arasında sıkılı dururken birbirimizin yüzüne bakınıp kaldık.
O sırada arkadaşımın fısıltısını kimse işitmedi sanıyorum:
—Beni niye kendilerine benzetmeye zorluyorlar ki?!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.