Özgürlükler, yasakçılığı yener
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, daha önce iptal ettiği, Yüksek öğrenimde kıyafet özgürlüğü getiren anayasa değişikliğinin gerekçeli kararını açıkladı. Fakat ne yazık ki açıklanan bu kararda gerekçe yoktur. Gerekçe olarak ileri sürülen hususlar evham ve hayallerden oluşmaktadır. Hukukta evhama dayalı gerekçe olmaz. Gerekçenin toplumsal bir gerçeğe, hukuki bir temele dayanması gerekir. Gerekçenin toplumu ikna etmesi gerekir. Değilse o gerekçe olamaz; şahsî ve keyfî bir tutumdan ileriye gidemez. Türbanın toplumda çatışma çıkmasına sebep olacağı vehminin batıl olduğunu şu gerçekten anlamak gayet basittir. Kadının başını açması toplumda bir çatışma çıkarmamıştır ve çıkarmamaktadır. Kapatması hiç çıkartmaz. Nitekim günümüzde toplumun her kesiminde kadınlardan başını açanlar da vardır, kapatanlar a… Bundan bir çatışma çıkmamıştır.
Kanaatimizce bu karar, kadın aleyhine alınmış tarihin en bahtsız bir karardır. Bu karar modern cahiliye kararıdır. Tarih boyunca haklarından çeşitli sebeplerle Mahrum edilen kadının, 21. yüzyıl Türkiye’sinde yeniden en tabii hakkı olan okuma hakkından mahrum edilerek tarihteki durumuna geri götürülme gayretinin sonucu olan bir karardır. Çünkü bu karar, kadını hak mahrumiyeti noktasında tarihin en geri dönemlerine döndürmüştür. Kadının okuması ve topluma katkı sağlaması önünde çok büyük bir duvar oluşturacaktır.
İnsan, manevi değeri çok yüksek olan bir varlıktır. Kur’an’ın ifadesi ile mükerremdir. Yaratıkların en şereflisidir. Onu sınırlandırmak ve insani haklarından yoksun bırakmak, şerefini düşürmek ve insani değerini eksiltmek anlamına gelir.
Kadın, insanlığın anasıdır. Bunun için iki kere şereflidir. Onun her şeyden önce kafasının aydınlatılmasına ve kalbinin ilimle doyurulmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Çünkü ana ailenin temelidir, toplumun da temelidir. Dolayısıyla ailede ve toplumsal hayatta kadının etkisi çok büyüktür. Eğer babanın ailede rolü bir ise, annenin rolü muhakkak ikidir.
Ailenin ve toplumun 2/3 etkisine sahip olan ve kalkınmanın temel unsuru olan kadının ilimle, fikirle ve irfanla donatılması şarttır. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bu noktaya özen gösterilmiş ve kadın unsuru daima ön planda tutulmuştur. Ancak, Cumhuriyeti kuranlar kadının ilim ve irfan sahibi olmasının önüne herhangi bir engel koymamışlar, belki bunun önündeki engelleri kaldırmışlardır.
Kadının okuması önündeki engeller, sonradan gelen bazı devlet adamları tarafından kendi anlayışları doğrultusunda konulmuştur. Bu anlayışlar Cumhuriyet ilkesi yerine ikame edilemez. Bu engellerin kaldırılması gerekir. Hem kadınların ilim öğrenmelerinin gerekli olduğunu söyleyeceksiniz, hem de okumalarının önüne engel koyacaksınız. Heme de dini bir engel koyacaksınız. Bunun anlamı, açıkça kadınların ilim ve irfandan kesinlikle uzaklaştırılmasından başka bir şey değildir.
Efendim, “kadın okusun, ama bizim istediğimiz kıyafetle okusun, bizim zevkimizi okşayacak görüntü ile okusun; değilse biz buna asla izin vermeyiz”, şeklindeki anlayışa sahip olmak son derece tutarsızdır. Bunun anlamı, kadının dini inancı ile okuması arasında tercih yapmaya zorlamak, kadınlarda ruhi bir gerilim meydana getirmek ve kimlik çatışması çıkartarak huzuru kaçırmaktır. Yani okuyacaksan benim kafamdaki düşünceye uyacaksın, inancının gereğini bir kenara bırakacaksın, demektir. Bundan daha mantıksız bir düşünce tasavvur edilebilir mi?
İlim ile dini karşı karşıya getirmek, sonra da insanları, bunlar arasında tercih yapmaya zorlamak… Okumak istiyorsan benim düşünceme uyarak, benim gibi dini hassasiyetini bırakarak, gevşek davranarak okuyacaksın. Aksi takdirde okumayacaksın. Bunun açıkçası şudur: Okuma hakkı da bizimdir, bizden başka türlü düşünenlerin ya da inananların okuma hakkı yoktur. Bu anlayış, samimi söylüyorum cahiliye anlayışının tâ kendisidir.
Aklıma cahiliye dönemindeki garip, garip olduğu kadar da vahşi olan bir olay geldi. Bu vesile bu olayı nakletmek istiyorum. İslamiyet öncesinde Kureyşliler, Mekke’ye gelen taşralıların Kâbe’yi tavaf edebilmesi için, mutlaka Kureyşli birinden emanet olarak elbise alıp bu yerli elbise ile tavaf yapma şartını koşmuşlardı. Mekke’nin yerlilerinden eğer emanet elbise veren olursa o elbise ile taşralı tavafını yaparak hacı olunurdu. Fakat eğer Kureyşli biri emanet elbise vermezse, o takdirde taşradan getirilen elbiseler, günaha bulaşmış ve kirli kabul edildiği için, bunlarla tavaf yapılmasına izin vermezlerdi. Dolayısıyla Kureyşliler dilediklerine emanet elbise verirler, istemediklerine vermezlerdi. Emanet elbise alamayanlar Kabe’yi çıplak olarak tavaf etmek zorundaydı. Bilhassa hoşlarına giden bazı kadınlara emanet elbise vermiyorlardı. Dolayısıyla bu kadınlar, güpegündüz Kâbe’yi çıplak olarak tavaf etmek zorunda kalıyorlardı. Mekkeliler ise Kabe’yi çıplak olarak tavaf eden kadınları seyrederek eğleniyorlar, nefislerini tatmin ediyorlardı.
İşte Mekkelilerin tavaf için nefsanî bir engel koyanlarla, bugün bir ibadet olarak algıladığımız okumanın önünde, başın açılmasını engel olarak koyanlar arasında bir benzerlik hissettiğimiz için bu örneği burada kaydetmek istedik.
İnsan, nefsaniyetine mağlup olursa, dinin önüne, inancın önüne birçok engeller koyar ki, hevesini alabilsin. Bugün, inancı gereği örtünmek isteyen hanımların okuması önüne konan engel bu hevesten başkası değildir. Hevesleri bir kenara bırakalım, hayatı kendimize göre şekillendirme ve dini inançları hiçe sayma düşüncesinden vazgeçelim. Hedefimiz mutlu olmaktır; kalkınmaktır. Bu sebeple kalkınmanın gayreti içinde olalım. Bunun yolu da kafaların içini donatmaktan geçer. Okumaya engel çıkarmaktan değil...
Bu karardan maalesef çok olumsuz sonuçlar çıkmıştır. Her şeyden önce hukuk yok edilmiştir. Bundan daha önemlisi Cumhuriyetin parlamentosu yok sayılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerine gölge düşürülmüştür. Türk milletinin atadığı ve hakkı ikame için görevlendirdiği Anayasa Mahkemesi üyeleri Türk milletinin iradesinin üstüne çıkmıştır. Cumhuriyetin ifade ettiği anlama gölge düşmüştür. Atatürk’ün önem verdiği kadın unsuru ihmal edilmiştir. Kadınlar gerçekten büyük haksızlığa uğratılmıştır. Yasakçılık devletin hâkim görüşü haline getirilmiştir. Tarihin çok gerisine gidilmiştir.
Şunu ifade etmeliyiz ki; dünyanın hiçbir yerinde hiç kimsenin ya hiçbir zümrenin zulmü devam etmez. Özgürlük mücadelesi sonsuza dek devam edecek ve bu aşk asla bitmeyecektir. Bilinmelidir ki, özgürlük mücadelesi çok kutsal bir eylemdir. Özgürlük galip gelecek, yasakçılık kesin olarak mağlup olacaktır. Çünkü özgürlükler, yasakçılığı yener.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.