Bu ülkeyi kim yönetiyor?
Herkesin bir ucundan tutarak yazdığı bir gerçek. Ne de olsa ülkemizde bilen de bilmeyen de hukuk sözkonusu olduğunda karalayacak birkaç satır bulur. Çünkü ‘hak’ kavramını kendi babasının ismi sanan çok uyanık vardır ülkemizde.
‘Hak’ Allah’ın 99 isminden bir tanesi. Yani hiç birimizin babasının adı değil. Böyle olunca, inananlar için yeryüzünde hak sahibi olmak, insanların değil Allah’ın tanıdığı bir özgürlük. Sözkonusu olan hak ne peki; örtünme hakkı? Bunu ister siyasi görün, ister ideolojik, ister inanç temelli. Bu büyük ve önemli bir hak ve bu hakkın sahibi insanlar değil.
Devletlere gelince, yıllardır süren bir tartışma bu. Devletlerin inançlara olan yakınlığı ya da uzaklığı. Devletin dini olur mu? Devlet insanlara inançlarına göre nasıl muamele eder? Devlet somut mu, soyut mu? Devletin organları kimlerden oluşur? Devletin organlarını oluşturan bireyler hangi inanca mensup? Eğitim sistemi kimlerin denetiminde? Yasaklar neden en çok eğitim sisteminde karşımıza çıkıyor? İnançlar kamu kuruluşlarından içeri girerse ne olur? İnsanlar, ibadetlerini yapmakta özgür müdür? Vesaire vesaire…
Devletleri insanlardan soyutlayarak tanımlamak istersek, inançsızlığını da netleştirmiş oluruz. Zira soyut bir kavramın inançlı olmasını ya da her hangi bir dine mensup olmasını beklemek mantığa sığmayacaktır. Ancak, devleti insanlarla birlikte düşündüğümüz zaman, inançlarla uzak ya da yakın bir ilişki içinde olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekir.
Türkiye için en önemli tartışma noktası da burada. Devleti oluşturan organlar ve bu organların işleyişini sağlayan insanlar…
Bunlar kim, nereden geliyorlar, nasıl yetişiyorlar, hangi inanca mensuplar ve daha pek çok ucu açık soru akılları kurcalıyor. Türkiye’nin 80 yıllık tarihine baktığımız zaman, askeri ve yüksek bürokrasinin gölgesinde üniversitelerin başını çektiği eğitim kurumları, yargı organları ve bir takım siyasi oluşumların devlet oluşumunda önemli pay sahibi olduklarını görürüz. Böyle bir sistemde inançlardan söz edilememesi, insanların sırf devlettir düşüncesiyle inançlarından uzak tutulması, sadece dünyevi işlerle meşgul olan, sadece kendisine dikte ettirileni yapan, yaptıran insanların varlığı ve en önemlisi inançsız bir kadrolaşma.
Sanırım dünyanın hiçbir ülkesinde inançsızlığı bu denli savunan, ancak inançlı olduğunu iddia eden, inancı insanın kendi vicdanı ile inandığı varlık arasına hapseden, inançlara hakaret etmekten çekinmeyen ancak belli dönemlerde inançlardan rant elde eden, inançlı insanlara rahatlıkla çamur atabilen, buna karşın ‘benim babaannem de başörtülü’ demeyi meziyet sayan başka bir sistem, başka bir ülke yoktur.
Zira cumhuriyetin ilanından günümüze, devşirme yöneticilerin istilasına uğrayan devlet kurumları, Müslümanları sadece evi ile cami arasında bir varlık olarak görme savaşı vermiş, bunu başarabilmek için yeri geldiğinde ezanı Türkçeleştirmiş, yeri geldiğinde camilerin kapısına kilit vurmuş, yeri geldiğinde Müslüman din âlimlerini isyancı diyerek darağaçlarında sallandırmış, yeri geldiğinde Müslümanları fişleyerek hapishanelere atmış, devlet kurumlarından dışlamış ve hayatlarına ipotek koymuştur.
Cumhuriyet tarihi boyunca bu böyle süre gelmiştir. Sistemi oluşturanlar, sistemi ayakta tuttuğunu iddia edenler, sistemin sahibi olduğunu öne sürenlerin uzun vadeli planlarının önümüzdeki 15-20 yıl boyunca sürecek olması ihtimali varlığını tüm şiddetiyle korurken, yeni bir oluşumun sağlanması, yeni bir sistem tasarlanması, bu sistemde insanların eşit bir anlayışla değerlendirilmesi umudu da gün be gün artıyor.
Temelleri kimin tarafından atıldığı belli bir sistemin Anayasa Mahkemesi gibi anayasal organlarının verdiği kararlar karşısında şaşırmak, aksini beklemek, millet menfaatine bir karar çıkacağını ummak öncelikle mantığın inkârıdır bana göre. Zira Anayasa Mahkemesi’nin millet adına karar verebilmesi için milletle organik bir bağının varlığı şarttır. Önce aksini düşünenler ve yüksek mahkemenin verdiği kararları savunanlar bu bağı ispatlasınlar. Milletle yüksek mahkeme arasındaki organik bağı bir görelim. Millet kim, Anayasa Mahkemesi kim, milletin çapı kaç mahkemenin çapı kaç. Millet kaç kişi, mahkeme kaç kişi, millet ne istiyor mahkeme neyi öngörüyor… Var mı bunlara adam gibi cevap verecek babayiğit. Öyle ‘367 Sabih’ gibi ikide bir ortaya çıkıp tehditler savurmakla olmuyor bu işler. Bol keseden atmak kolay. Zaten dünden razı birileri, sizi kendi alanında otorite olarak tanıtacaktır. Birileri de pohpohlayacaktır sizi.
Yıllardır bas bas bağırılıyor. İdeolojik kararlar verdiğinizi herkes biliyor. Siz bile kendi aranızdaki konuşmalarda bunu itiraf ediyorsunuz. Ben şunu merak ediyorum, bu milletin dinine, inancına, ananesine, töresine, geleneklerine düşman olduğunuzu neden açıkça söylemiyorsunuz. Bunu söylemekten sizi alı koyan ne? Korktuğunuz şey ne, siz yargılıyor, siz sorguluyor, siz asıyor siz kesiyorsunuz. Millet falan dinlemeyip, canınızın istediğinin kalemini kırıyorsunuz. İç Hizmet Kanunu’nu Demokles’in kılıcı gibi milletin kafasında tutan zinde güçler de sizin arkanızda. Millete ceza keseceğiniz zaman postal yalamak konusunda da uzmansınız. E-muhtıra da dahil, her türlü darbe konusunda da uzmansınız. Neden açıkça söylemiyorsunuz? Kim ne diyebilir ki size? Artık herkes iyi biliyor, bu ülkede siyaset hayati kararlarda değil, basit kararlarda geçerli bir anlayış…
İktidar olabilirsiniz ama bazılarına göre yüzde 99 da gelseniz muktedir olamazsınız. Çünkü bu ülkeyi siz değil, millet değil, onlar yönetiyor.