Erdoğan Kürt sorununu TSK’ya mı devretti?
Hassas bir soru var önümüzde. Yıllar yılı sorulan, bir şekilde cevap bulanların ifade etmekte zorlandığı bir soru bu.
‘PKK’nın sistem içindeki yeri nedir?’
Toplumun önüne, PKK’nın dış mihraklardan beslenen bir örgüt olduğunu koymak kolay. Sıkışırsanız, yakalanan örgüt üyelerinin çoğunlukla ‘sünnetsiz’ olduğunu söyleyerek de işin içinden çıkabilirsiniz.Ama bunların yetmediği, insanların daha fazla soru sorduğu bir aşamaya geldi Türkiye.
***
Uluslararası aktörlerin ya da bölgesel güçlerin bu türden örgütleri Türkiye’ye karşı kullandıklarını, PKK’nın eylem tarihiyle Türk dış politikasındaki kırılma noktaları arasında ciddi paralellikler olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun son örneği, Rusya-Gürcistan çatışmasıyla paralel olarak Moskova’nın Türkiye’ye yönelttiği suçlamalar ve Erzincan hattında ortaya çıkan PKK eylemleriydi. Rusya’nın mevcut haliyle pek hoşnut olmadığı büyük enerji projesi Nabucco’yu ve aynı dönemde Ergenekon soruşturmasının tüm hızıyla devam ettiğini de hatırdan çıkarmayalım. Yani bölgede kimin ayağına basarsanız, size yöneltebileceği bir silah olarak PKK’dan söz etmek mümkün.
Kısacası, PKK ölçeğinde bir örgüte, dış mihrak ya da bağlantı atfetmek yanlış değil. Ancak bunu yaparken örgütün iç dinamiklerini yok saymak gibi bir hataya düşmemek gerekiyor.Burada en önemli soru; son Rusya örneğinde olduğu üzere, acaba herhangi bir aktör PKK’yı içeride bir ittifak oluşturmadan kullanabilir mi? Bu sorunun cevabını ararsak, en azından kendi kendimizi kandırmaktan bir parça olsun kurtulabiliriz.
***
Örgütün bizzat kuruluşunda işin içinde ‘devlet eli’ olduğunu düşünenlerin sayısı az değil. Kendi payıma, örgütü bizzat kurmaktan çok, o yıllarda filizlenen yeni Kürt hareketinin birtakım güçler marifetiyle yoğrulduğu ve yönlendirildiği, gerektiği zaman da dönüştürüldüğü tezini tercih ediyorum.
Aslında her iki durumda da bunun anlamı gayet açık: PKK’nın sistem içinde zihinsel anlamda güçlü ittifakları var. Onu bugüne taşıyan da bu ittifak.
Terör örgütleri, güvenlik kurumlarına olan ihtiyacı doğal olarak artırır. Ardından güvenlik kurumlarının sistem içindeki etkinliği artar ve derinleşir.
İşin çözümsüz hale gelmesi tam da burada ortaya çıkar. Güvenlik kurumları elde ettikleri bu etkinliği kolayca terk edemez; hele iktidar olmanın tadını alırsa vazgeçmesi iyice zorlaşır. Ondan sonrasında bir bakarsınız ki terörün varlığı, ‘güvenlik iktidarı’yla bütünleşir.
Bu tür arızaların giderilmesinde en önemli rol, kuşkusuz siyasi iradenindir. Ancak terör ve onun ortaya çıkardığı sonuçların yakıcılığı, siyasi iradenin hareket alanını daraltır. Bu da ülkeyi yönetenler için ciddi bir açmazdır. Hükümetler, hem terörle mücadele etmek, hem de ülkeyi demokratik sınırlar içinde yönetmek, güvenlik kurumlarından gelen talepleri bu çizginin içinde tutabilmekle yükümlüdür.
***
Bugün gelinen aşamada Başbakan Erdoğan, terörle mücadelede, (daha geniş anlamda Kürt Sorunu üzerinde) TSK ile yakınlaşmak ya da çözümü onlara havale etmekle suçlanıyor.
Hükümet bu sorunu yönetirken zaman zaman savrulmalar yaşadı. Ancak meseleye bakışında, sorunu nasıl tanımladığı konusunda bir rota değişikliği var mı sorusuna ‘evet’ demek ciddi bir haksızlık olur.
Bir kez daha vurgulamış olalım. Erdoğan, gerek Kuzey Irak’la ilgili atılan adımlarda, gerekse meselenin demokratik sınırlar içinde yönetilmesinde önemli bir rol oynuyor. Bunu dikkate almadan hayali bir alanda çözüm üretmenin kimseye bir yararı olmayacaktır.