Altınova ekseninde bir analiz!
Altınova’da meydana gelen olaylar, haklı olarak medya’da geniş tartışmalara vesile oldu. Herkes kendi zaviyesinden meseleyi analiz etmeye çalıştı. Baskın kanaat, bunun etnik bir gerilim ve çatışma olduğuydu.
Bu tip tahlillerin en büyük zaafı, masa başında yapılmakla malul olmaları..Herkes oturduğu yerden hiçbir gözlem, hiçbir alan çalışmasına dayanmadan soruna teşhis koyuyor.Netice de, teşhis yanlış olunca, tedavide yanlış oluyor, Türkiye bir türlü gittikçe derinleşen bu etnik,kültürel, ahlaki, bir çok veçhesi olan problemden kurtulamıyor.
Öncelikle, Altınova ve bazı bölgelerde zaman, zaman uç veren gerilimin salt etnik öğelerden kaynaklandığı düşüncesine katılmadığımı belirtmeliyim. Belki de, bu tip olaylarda en az etkili olan unsurların başında etnik faktörler geliyor.
Son yıllarda Doğu’dan batı’ya büyük bir göç dalgası yaşandı. Köyden Kent’e göçenler alışkanlıklarını, kültürlerini, kimliklerini de beraber taşıdılar. Şehirlerde yeni gettolar, kenar mahallelerde yeni köyler oluştu. Kentlerin yeni sakinleri köylerin kurallarını şehirlere taşımaya başladılar. Birçoğunun çalışıp kazanabileceği, evinin maişetini temin edebileceği bir sanat veya mesleği yoktu. Zamanla hemşericilik bağı etrafında çeteler, mafya tipi yapılanmalar oluştu. İhalelerde, sağda, solda bu çetelerin faaliyetleri, işledikleri suçlar, yasa kural tanımayan davranışları, toplumda bir öfke birikimine sebep oldu. Çünkü ufak-tefek kişisel kavgalardan sonra bile, bölge insanı karşısında aynı bölgeden gelen insanların kolektif tepkisi ile karşılaşıyor, kendini yalnız ve güçsüz hissetmeye başlıyordu. Özellikte Güney illerimizde birçok kişi, kişisel kavgalardan nasıl toplu, grupsal kavgaların doğduğunu gözlemlemiştir. İki kişinin kavgası, bir tarafın hemşeri dayanışmasını harekete geçirmesiyle ‘mecrasından’ çıkarak kolayca kimlik veya hemşericilik kavgasına dönüşebilmiştir. Bunun en yakın ve en bariz örneklerinden biri üç yıl kadar önce İstanbul Sultanbeyli’de meydana gelen Siirtlilerle, Karslılar(Veya Ağrılılar) arasındaki kavgaydı. Gençler arasında başlayan basit bir kavga tarafların hemşeri dayanışmasını da devreye sokmasıyla birlikte iki şehrin çatışmasına dönüşmüş, iki gün süren olaylar sonucu birkaç kişi ölmüş, birçok kişi yaralanmıştı. Bu kavga mesela Siirtlilerle Manisalılar veya İzmirliler arasında olsa, muhtemelen etnik çatışma olarak takdim edilecek, olayın özü unutulacaktı. İşte kent’in yeni sakinlerinin bu kolektif tavırları, bölge insanını da harekete geçirdi. Hemşerilik bağı etrafında tamamen spontane ve tepkisel bir birlik oluştu. Hemşeri çeteleri karşısında zayıf kalan, kendini yalnız hissedenler, böylece kendilerini daha emniyet içinde hissetmeye başladılar. Bu birlikteliğin sonucu, çetelere karşı ferdi tepkinin yerini daha kolektif tepki ve savunma biçimi aldı.
Bu tespitimiz, soyut, hakikate temas etmeyen, fikir istimnası anlamına gelen ön yargılara dayanmıyor. Son yılların suç haritasına bakmak, kimi olayları, üstün körü irdelemek bile bu gerçeği anlamak için kâfidir. Büyük şehirlerde meydana gelen kapkaç olaylarının büyük ekseriyetini güneydoğu kökenliler yapıyor. D.Bakır’dan, Batman’dan ailelerinden satın alınarak İstanbul’a gasp, hırsızlık, kapkaç yapmaya getirilen çocukların dramını hepimiz Tv ekranlarından seyrettik. Güney sahillerinde yer kapmadan çıkan çete savaşlarının çoğunu bu hemşeri çeteleri yürütüyor. Kuralsızlık, baskı, terör illegalite sonunda kendi düşmanını da yaratıyor.
Kentli birçok insan, trafikte, işyerinde, cadde ve sokakta, biz Güneydoğuluyuz, biz şu şehirli, bu kentliyiz diye başlayan tartışmalara tanık olmuştur. Etnik kimliğini hemen her ihtilafın önüne koyan, onu bir baskı unsuru ve problem çözme biçimi olarak kullanan, aslında bilerek veya bilmeyerek, bir etnik düşman yaratmış oluyor. Ben Kürt’üm adamı şöyle yaparım, ben Türk’üm adamı böyle yaparım demek –etnik kimlikleri- her türlü kin ve nefretin muhatabı haline getirmek demektir. Büyük şehirlerde bu tür olaylar Şehrin derinliği içinde kaybolup gidebilir, ama küçük yerleşim birimlerinde, bu tip davranışlar kaybolmaz, yerel hassasiyetleri harekete geçirerek, insanları toplu tavır almaya mecbur eder.
Altınova da yaşananlar da, aslında bir rant kavgasının arkasına, hemşeri dayanışmasını almak isteyenlere karşı bir tepki patlamasıdır. Birçok ferdi, birçok defa, aynı baskılara muhatap olmuş bir topluluk, biriktirdiği öfkeyi, bir kıvılcım ile kusmuştur. Esas tepki, suça, kuralsızlığa, çeteleşmeye kısacası hukuk ve ahlak dışı davranışlaradır. Olayı etnik gerilime çeviren, rant kavgasını etnik baskıyla çözmeye çalışan hemşeri çetelerinin halkı usandıran, canından bezdiren tavırlarıdır. Elbette birkaç çetecinin kural dışı eylemleri Altınova’da yapılanlara haklılık kazandırmaz. Asırlarca bir arada yaşamış kardeş toplulukların, birlikte yaşama iradeleri böyle birkaç provokasyona feda edilemez. Ancak olaylar tahlil edilirken de meselenin bu yönü asla ıskalanmamalıdır. Teşhisi doğru koyarsak, tedavisini de doğru yaparız.