Sözde değil özde Müslüman olmak
“Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir.
Müslümanlık bilmem amma galiba göklerdedir.”
Mehmet Akif Ersoy
Günümüz dünyasında iki tür sözde Müslüman vardır.
Birisi sadece Müslüman bir anne babadan dünyaya geldiği ve Müslüman bir toplumda yaşadığı için İslami hiçbir değere sahip çıkmasa da, inanmadığını söyleme cesareti gösteremeyen ve sıkıştığı zaman “elhamdülillah ben de müslümanım.” diyen, ibadet zorunluluğu ile ilgili bir konu gündeme gelince “benim kalbim temiz.” söylemiyle kendini kurtarmaya çalışan kimsedir.
İkincisi, dini değerlere sahip çıkan ve dini bir atmosferde ve şekilsel icaplarını yerine getirdiği halde iman henüz kalbine sinmemiş, özümsememiş kimsedir.
Her iki gruptaki insanların değişik tonları ve özellikleri olabilir.
Kur’an sözde müslümanı şu ifadelerle tanımlıyor:
“İnsanlardan bir kısmı da inanmadığı halde:
Allah'a ve ahiret gününe inandık, diyen kimselerdir.
Allah'ı ve inananları aldatmaya uğraşırlar, ama kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında olmazlar.“ (Bakara: 8-9)
İnsanlardan öyle kimseler var ki aslında gerçek anlamda inanmıyordur ancak inanan bir toplumun içinde yaşadığı için inanmış gibi görünüyor. Aslında Allah’a şirksiz ve şeriksiz inanmıyor, ahiret günü hesap vereceğini hiç düşünmüyor. Dünyadaki hiç bir işini hesap gününe göre düzenlemiyor, ama açıkca: “Ben sizin inandığınız gibi Allah’a ve ahiret gününe, hesaba inanmıyorum.“ da diyemiyor. Diyememesi acizliğinden ve çaresizliğin kaynaklanmıyor. Belki de toplumun en üst düzeyinde ve seçkinleri arasında yer alıyor.
öyleyse neden açıkça inanmadığını söylemiyor ve inanıyormuş gibi yapıyor?
“Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışıyor“ da ondan.
Peki çalışmasının sonucu ne oluyor?
“Sadece kendisini aldatıyor ama bunun da farkında olmuyor.“
Bunların psikolojik tahlilini Kur’an çok güzel bir şekilde şöyle analiz ediyor:
“Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını artırmıştır. Onlara, yalan söylemelerinden dolayı acı veren bir azap vardır.
Onlara: "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" dendiği zaman:
Bizler sadece ıslah edenleriz, derler.
İyi bilin ki asıl bozguncular kendileridir, fakat farkında değillerdir. Onlara:
Siz de insanların inandığı gibi inanın! denilince:
Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım? derler. Dikkat edin! Asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler.
İnananlara rastladıkları zaman:
İnandık, derler. şeytanları ile baş başa kalınca da:
Biz, sizin yanınızdayız. Onlarla sadece alay ediyoruz, derler.“ (Bakara: 10- 14)
İnsanları andatmaya çalışmak anlaşılır bir tutum da; ya “Allah’ı da aldatmaya kalkışmak“ nasıl bir tutumdur?
İnsanın aklı almıyor...
Ama çoğu insan farkında olmadan belki de bu hataya düşüyor.
En basitinden fıkıhtaki hile-i şer’iyeleri bu katagoride değerlendiremez miyiz?
Allah herkesin içini dışını kendisinden çok daha iyi bilirken, ona şahdamarından daha yakınken, biz nasıl olur da “Allah bizden iyisini mi bulacak?“ der gibi kendimizi çok değerli ve önemli bir konumda görebiliriz?
Bir yaptığımız ibadetlerimize bir de bu ibadetleri yapmayanlara bakarak Haşa “Allah’ın bize borcu varmış, biz olmazsak O’nun adını anan kalmazmış, evreni ayakta tutan bizim varlığımızmış“ gibi bir zehabına kapılabiliriz. “Acaba şimdi sabah namazına kalkmış Allah’ın kaç kulu vardır, gafil insanlar horul horul uyuyor...“ derken kendimize dişe dokunur bir pay çıkarmış olmuyor muyuz?
Alemlerin Rabbi’ne kürrelerden zerrelere herşeyin an be an zikir halinde olduğunu ve esasen dünyanın bile evrenin büyüklüğü yanında bir kum tanesi kadar hükmünün olmadığını idrak edemiyor muyuz?
Namazını göstere göstere kılan, çevresindekilere bakın siz doğru dürüst namaz kılmasını bile bilmiyorsunuz imaları yapıp, kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymayan, alışverişinde sahtekarlıklarına ve yalan yeminine engel olmayan bir kişi acaba Allah’ı mı, başka insanları mı yoksa kendini mi kandırıyor?
Tesbihini herkes duysun diye yüksek sesle çeken ve bir üfleyişiyle orman yangınını söndürecek gibi hava veren, giydiği kılık ve kıyafetiyle esaslı müslüman görüntüsü çizip, okuduğu sübhaneke’nin ne anlama geldiğinden habersiz yaşayan insan kimi kandırıyor acaba?
Yaptığı yardımlarla, okuttuğu öğrencilerle övünen, yardım yaparken karşısındakini gözüyle yerin dibine geçirip, ezdikçe ezen ve kendisini ilahi güç ve kudrete malik bir konumda gören kimse acaba yaptığını sadece Allah rızası için mi yapıyor yoksa insanların gözünde daha büyük konumda olmak için mi yapıyor?
“Ey iman edenler! Adalet ile hükmeden hakimler ve Allah için (doğru söyleyen) şahitler olun. Şahitliğiniz kendi aleyhinize veya çocuklarınızın ve yakınlarınızın aleyhine olsa bile, zengin olsun fakir olsun doğru şahitlik edin. Allah her ikisine de sizden daha yakındır.” (Nisa: 135) Ayetini kendisine prensip edinmiş kaç müslüman tanıyorsunuz?
Konuştuğu zaman sadece doğruyu konuşan, yalan söylemeyen, insanlara bir söz verdiği zaman sözünde duran, emanet bir şey verildiği zaman hiç bir zarar vermeden aynen aldığı gibi iade eden, herkesin kendisine güvendiği ve itimat ettiği ne kadar özü sözü bir müslüman tanıyorsunuz?
Bir toplum böylesi müslümanlardan oluşmuyorsa, bu toplum sözde müslüman bir toplum değil midir?
Allah’ın mü’minlere vaadi elbette yerine gelecektir. Ama sözde değil özde müslüman olanlar bu vaadine erişecektir. Rabbimizin Cehennemden uzak tutulacağını haber verdiği kimselerin özde müslüman olanlar olduğunu hatırlatmaya gerek var mıdır?
“Takva sahibi ondan uzak tutulacaktır. Malını veren ve arınan.. Hiç kimseden bir karşılık, nimet beklemez. Sadece yüce Rabbi'nin hoşnutluğunu kazanmak için.. Elbette o da hoşnut olacaktır. » (Leyl :17-21)
özde müslümanlığın göstergesi takvadır. İnfakta bulunmak ve arınmaktır, Rabbinin hoşnutluğundan başka hiç kimseden bir karşılık beklememektir.
Not :
Şükrü Hüseyinoğlu’nun İtidal Yayınlarından çıkan « Sözde değil özde Müslüman Olmak » isimli yeni çıkan eseri bu yazının esin kaynağı olmuştur. Değerli kardeşimizi bu kıymetli eseri için tebrik ediyor. Yüce Rabbimden « Ey (özünde) huzuru bulmuş can, katıl kullarımın arasına ve gir cennetime... » dediği, sözde değil özde müslümanlar arasına bizi de katmasını diliyorum.
Birisi sadece Müslüman bir anne babadan dünyaya geldiği ve Müslüman bir toplumda yaşadığı için İslami hiçbir değere sahip çıkmasa da, inanmadığını söyleme cesareti gösteremeyen ve sıkıştığı zaman “elhamdülillah ben de müslümanım.” diyen, ibadet zorunluluğu ile ilgili bir konu gündeme gelince “benim kalbim temiz.” söylemiyle kendini kurtarmaya çalışan kimsedir.
İkincisi, dini değerlere sahip çıkan ve dini bir atmosferde ve şekilsel icaplarını yerine getirdiği halde iman henüz kalbine sinmemiş, özümsememiş kimsedir.
Her iki gruptaki insanların değişik tonları ve özellikleri olabilir.
Kur’an sözde müslümanı şu ifadelerle tanımlıyor:
“İnsanlardan bir kısmı da inanmadığı halde:
Allah'a ve ahiret gününe inandık, diyen kimselerdir.
Allah'ı ve inananları aldatmaya uğraşırlar, ama kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında olmazlar.“ (Bakara: 8-9)
İnsanlardan öyle kimseler var ki aslında gerçek anlamda inanmıyordur ancak inanan bir toplumun içinde yaşadığı için inanmış gibi görünüyor. Aslında Allah’a şirksiz ve şeriksiz inanmıyor, ahiret günü hesap vereceğini hiç düşünmüyor. Dünyadaki hiç bir işini hesap gününe göre düzenlemiyor, ama açıkca: “Ben sizin inandığınız gibi Allah’a ve ahiret gününe, hesaba inanmıyorum.“ da diyemiyor. Diyememesi acizliğinden ve çaresizliğin kaynaklanmıyor. Belki de toplumun en üst düzeyinde ve seçkinleri arasında yer alıyor.
öyleyse neden açıkça inanmadığını söylemiyor ve inanıyormuş gibi yapıyor?
“Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışıyor“ da ondan.
Peki çalışmasının sonucu ne oluyor?
“Sadece kendisini aldatıyor ama bunun da farkında olmuyor.“
Bunların psikolojik tahlilini Kur’an çok güzel bir şekilde şöyle analiz ediyor:
“Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını artırmıştır. Onlara, yalan söylemelerinden dolayı acı veren bir azap vardır.
Onlara: "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" dendiği zaman:
Bizler sadece ıslah edenleriz, derler.
İyi bilin ki asıl bozguncular kendileridir, fakat farkında değillerdir. Onlara:
Siz de insanların inandığı gibi inanın! denilince:
Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım? derler. Dikkat edin! Asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler.
İnananlara rastladıkları zaman:
İnandık, derler. şeytanları ile baş başa kalınca da:
Biz, sizin yanınızdayız. Onlarla sadece alay ediyoruz, derler.“ (Bakara: 10- 14)
İnsanları andatmaya çalışmak anlaşılır bir tutum da; ya “Allah’ı da aldatmaya kalkışmak“ nasıl bir tutumdur?
İnsanın aklı almıyor...
Ama çoğu insan farkında olmadan belki de bu hataya düşüyor.
En basitinden fıkıhtaki hile-i şer’iyeleri bu katagoride değerlendiremez miyiz?
Allah herkesin içini dışını kendisinden çok daha iyi bilirken, ona şahdamarından daha yakınken, biz nasıl olur da “Allah bizden iyisini mi bulacak?“ der gibi kendimizi çok değerli ve önemli bir konumda görebiliriz?
Bir yaptığımız ibadetlerimize bir de bu ibadetleri yapmayanlara bakarak Haşa “Allah’ın bize borcu varmış, biz olmazsak O’nun adını anan kalmazmış, evreni ayakta tutan bizim varlığımızmış“ gibi bir zehabına kapılabiliriz. “Acaba şimdi sabah namazına kalkmış Allah’ın kaç kulu vardır, gafil insanlar horul horul uyuyor...“ derken kendimize dişe dokunur bir pay çıkarmış olmuyor muyuz?
Alemlerin Rabbi’ne kürrelerden zerrelere herşeyin an be an zikir halinde olduğunu ve esasen dünyanın bile evrenin büyüklüğü yanında bir kum tanesi kadar hükmünün olmadığını idrak edemiyor muyuz?
Namazını göstere göstere kılan, çevresindekilere bakın siz doğru dürüst namaz kılmasını bile bilmiyorsunuz imaları yapıp, kıldığı namazı kendisini kötülüklerden alıkoymayan, alışverişinde sahtekarlıklarına ve yalan yeminine engel olmayan bir kişi acaba Allah’ı mı, başka insanları mı yoksa kendini mi kandırıyor?
Tesbihini herkes duysun diye yüksek sesle çeken ve bir üfleyişiyle orman yangınını söndürecek gibi hava veren, giydiği kılık ve kıyafetiyle esaslı müslüman görüntüsü çizip, okuduğu sübhaneke’nin ne anlama geldiğinden habersiz yaşayan insan kimi kandırıyor acaba?
Yaptığı yardımlarla, okuttuğu öğrencilerle övünen, yardım yaparken karşısındakini gözüyle yerin dibine geçirip, ezdikçe ezen ve kendisini ilahi güç ve kudrete malik bir konumda gören kimse acaba yaptığını sadece Allah rızası için mi yapıyor yoksa insanların gözünde daha büyük konumda olmak için mi yapıyor?
“Ey iman edenler! Adalet ile hükmeden hakimler ve Allah için (doğru söyleyen) şahitler olun. Şahitliğiniz kendi aleyhinize veya çocuklarınızın ve yakınlarınızın aleyhine olsa bile, zengin olsun fakir olsun doğru şahitlik edin. Allah her ikisine de sizden daha yakındır.” (Nisa: 135) Ayetini kendisine prensip edinmiş kaç müslüman tanıyorsunuz?
Konuştuğu zaman sadece doğruyu konuşan, yalan söylemeyen, insanlara bir söz verdiği zaman sözünde duran, emanet bir şey verildiği zaman hiç bir zarar vermeden aynen aldığı gibi iade eden, herkesin kendisine güvendiği ve itimat ettiği ne kadar özü sözü bir müslüman tanıyorsunuz?
Bir toplum böylesi müslümanlardan oluşmuyorsa, bu toplum sözde müslüman bir toplum değil midir?
Allah’ın mü’minlere vaadi elbette yerine gelecektir. Ama sözde değil özde müslüman olanlar bu vaadine erişecektir. Rabbimizin Cehennemden uzak tutulacağını haber verdiği kimselerin özde müslüman olanlar olduğunu hatırlatmaya gerek var mıdır?
“Takva sahibi ondan uzak tutulacaktır. Malını veren ve arınan.. Hiç kimseden bir karşılık, nimet beklemez. Sadece yüce Rabbi'nin hoşnutluğunu kazanmak için.. Elbette o da hoşnut olacaktır. » (Leyl :17-21)
özde müslümanlığın göstergesi takvadır. İnfakta bulunmak ve arınmaktır, Rabbinin hoşnutluğundan başka hiç kimseden bir karşılık beklememektir.
Not :
Şükrü Hüseyinoğlu’nun İtidal Yayınlarından çıkan « Sözde değil özde Müslüman Olmak » isimli yeni çıkan eseri bu yazının esin kaynağı olmuştur. Değerli kardeşimizi bu kıymetli eseri için tebrik ediyor. Yüce Rabbimden « Ey (özünde) huzuru bulmuş can, katıl kullarımın arasına ve gir cennetime... » dediği, sözde değil özde müslümanlar arasına bizi de katmasını diliyorum.