Yahya Kemal “öte”den ne söylüyor?
“Mâveradan söyleniş” Yahya Kemal’in uzun uzadıya tefekkür edilerek üzerinde konuşulabilecek bir şiiri. Şiirin tamamına dalmadan, ilk beytine, yani ilk iki “dizesi”ne dikkat çekmek istiyorum.
Önce şiirin başlığı: “Mâveradan söyleniş.” Mâvera “öte” demek. (Bir zamanlar bu adda bir edebiyat dergimiz vardı, güzel yankılar bırakmıştı.) Yahya Kemal bu şiirde “öte”den sesleniyor. Öte neresi? “Öte dünya” mı? Kolaylıkla böyle düşünebiliriz. Bu âlemin sıradan bilgilerinin ötesine geçen bir hissiyat esiyor bu şiirde.
Başlığına uygun şekilde bir “söyleniş” bu şiir...
“Söyleniş ne?” denirse, “kendi kendine konuşma, sızlanarak kendi kendine söylenme”, diyebiliriz. Şair öyle şeyler söylüyor ki, bizi aklın, firkin, bildiklerimizin ötesine götürüyor. Hele de yazıldığı zamanlar için yerleşik bilgilerden değil, muhtemelen efsanevî söylentilerden beslenen bir şiirle karşı karşıyayız.
Şiirde zikredilen isimler tasavvufî bir zihin haritası çiziyor. Edirne şeyhi Neşatî… Mevlevî. “Edirne şeyhi” Edirneli mi? Edirne öte mi? Ne söylemiş?
Ettik öyle ref’i teayyün ki Neşatî
Ayine-i pürtâb-ı mücellâda nihanız...
Kısacası: O kadar sırrolduk ki, parlak cilâlı aynada dahi görünmüyoruz!
Görünmemek, bilinmemek, fakat her hal ü kârda var olmak. Diğer isimlerden ikisi Anadolulu. “Enel hak şehidi” İsmail Maşukî ve Sunullah Gaybî...
Bir tek İdris-i Muhtefî suyun ötesinden: Tırhalalı. Şimdi Yunanistan sınırları içinde Tırhala.
Beri (Anadolu) ile öte (Rumeli) arasında manevî köprüler kurar erbab-ı tasavvuf. Onlar şair mi? Şair değiller, ama haza şiir söylüyorlar! Hem de ne şiir! Bu şairlerin müşterekliğinde bayramilik mayası var. Gaybî’nin bayramilikle ilgisi var, İdris Muhtefî bayramî-melamî...
Bayramilik...İstanbul’un fethinde birinci derecede rol oynadı; Rumeli’nin fethinde de. Beş asır sonra Saray Bosna’da Gazi Hüsrev Bey Medresesi talebeleri “Noldu bu gönlüm” çağırıyorsa, “Bayramım imdi” diyorlarsa, bu tesadüf değil.
Fetihlerin tarihi iyi kötü bilinir de, bu coğrafyaların islâmlaşmasını tarihler yazmaz. Efsaneleri, menkıbeleri, destanları gözardı eden bir tarihçi hakikatin bir kısmıyla yetinmeye razı olmuş demektir.
Zihin haritamızı, yeri gelir efsaneler, menkıbeler ve destanlar çizer. Bilinirlerin ötesine geçmeye zorlar bizi efsaneler, mınkıbeler. Böyle bakarsak, Battalname Anadolu’nun müslümanlaşmasının destanıdır. Peki Rumeli’nin İslâmlaşmasını nereden bileceğiz? Şair bize “öte”den seslenerek söyler:
Geldikti bir zaman Sarı Saltık'la Asya'dan,
Bir bir Diyâr-ı Rûm'a dağıldık Sakarya'dan.
Anadolu’nun Rumeli’yi islâmlaştırmasının özeti bu iki mısraya irca edilmiş. Sarı Saltık...Battal Gazi gibi bir efsane, Saltıkname ise Battalname gibi bir destan...Rumeli’nin islâmlaşma destanı...
Osmanlılar Balkanlarda müslümanlaştırma siyaseti takip etmedi, bu malûm. Bunu ruh akıncıları üstlendi.
Osmanlılar Balkan fetihlerinde, önceden müslümanlaşmış unsurlarla karşılaştılar, bu zemin üzerinde sistemlerini kurdular. Daha önce bu topraklara yerleşmiş Avar, Kıpçak, Kuman ve Peçeneklerin müslümanlaşması, Sarı Saltık Gazi adı etrafında hikâye edilir. Rumeli türkçesinde bilhassa Kıpçak lehçesi unsurlarının Anadolu’dan fazla olmasının sebebi bu olmalıdır.
Rumeliyi anlamak için Sarı Saltık Gazi hatırdan çıkarılmamalı. Rumeli’nin Osmanlı öncesi tarihi onun efsanesinde meknuz. Bu efsane biraz da Anadolu Selçuklu hanedanının Moğol istilası sonrası taht kavgaları ile birleşir. Selçuklu Türkleri’nin Balkanlar’a ve Dobruca’ya geçişleri bu sıralarda, yani Osmanlı’nın bu topraklara gelişinden neredeyse yüz yıl önce olmuştur.
Gerçeğin Sarı Saltığını tam manasıyla keşfetmek müşkil, efsane’nin Gazi Saltığı ise Evliya Çelebi’den talim edilmeli. Battal Gazi’nin neslinden, asıl adı Hızır. On iki yerde makamı var. Türk-i türkan Hoca Ahmed Yesevî, tahta kılıç kuşatarak Hacı Bektaş veli eliyle Ruma gönderir. Saltık Sinop’tan Varnaya, Varna’dan Pürvadiye gelir...
Yahya Kemal onu neden Sakarya’ya bağlar?
Bu da Yunus’un “söyleniş”i:
Yûnus'a Tapdug u Saltug u Barak'dandur nasîb
Çün gönülden cûş kıldı ben niçe pinhân olam
Barak Baba, Sarı Saltık ve Tapduk Emre aynı “yol”un erleridir, Yunus bunu gizlemez. Sarı Saltık’ın Tapduk Emre ve Yunus Emre ile görüştüğü Saltukname’de anlatılır. Onların irşad faaliyetlerini Sarı Saltık Rumeli’de sürdürür. Onun kılıcı tahtadındır; tahta kılıç, sözle, gönülle irşaddır; Hacı Bayram’ın söyleyişiyle “sine çâk etmek”tir. Sarı Saltık faaliyetlerini esas olarak bu şekilde yürütür, gerektiğinde savaştan da geri kalmaz.
Geldik meselenin esasına: Yahya Kemal Yunus’un bu şiirini okumuş olabilir mi? Müşkil görünüyor. Yunus Emre, aydınlarımızın gündemine “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” kitabıyla, 1918’de girer. O zaman ve sonraki on yıllarda Yunus Emre’nin yazma ve taş basma divanları vardır ve öyle kolaylıkla bulunup okunma ihtimali de zayıftır.
Gerçek şiir sıradan ilmin, Fuzulî’nin tabiriyle “kıyl ü kaal”in (dedikodunun) ötesine geçer. İlim gibi “bu budur” demez. Söylenir, hisettirir, sezdirir.
Öte âleminde geçen pek gizli muhavereyi Yahya’ya kim söyledi?
Buradan su değil, efsane kaynıyor: Balagay Sarı Saltık Gazi tekkesi ve türbesi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.