Ya O Ana Da Sizi Evine Almazsa?
Askerle ilgili yazı yazmaktan hiç hoşlanmıyorum. Hoşlanmıyorum, çünkü içimdeki gerçek duyguları açıkça söyleyemiyorum. O zaman da kendimi gerçekten kınanmayı hak eden “takiyyeci”lerden görüyor ve bundan da nefret ediyorum. Bunun içindir o konuda yazmak istemiyorum. Ama ne yazık ki görüyorsunuz işte, bazen mecbur kalıyorum.
Bir ülkede, ya da yüreklerde yeterince özgürlük olmadığında, insanlar ister istemez “takiyyeci” oluyorlar.
Ama bu ülke baştan sona “takiyyeci”lerle dolu değil midir? Kim içindekileri açıkça ortaya koyabiliyor ki?
“Ahmet Altan” diyeceksiniz belki. Evet, cesaretini tebrik ederim, ama sanmam ki o da her bildiğini açıkça yaza!
Ancak benim gibi saflar, politika, idare ve mudara bilmezler, gurur ve kibirini “kişilik” diye yutturanlar(!), acemi çaylaklar(!) “takiyye yapmayacağız” diye başlarını belaya sokarlar. Uğraş dur artık mahkemelerde, birkaç kişinin okuyup dudak büktüğü, ya da “helal olsun” dediği yazılardan veya konuşmalardan ötürü!
Alın size işte şu “başörtüsü” meselesi. Ayna gibi ele veriyor inanları. Rektörlük başörtülü öğrenciyi içeri almıyor. Asker başörtülü anayı içeri almıyor. Müdür, başörtülü kadını kamusal alandan içeriye almıyor.
Neden?
Bunu emreden bir kanun mu var?
Yok!
Peki, siz bunun, onların bahane ettiği gibi, “ayırımcılığı önlemek için” olduğuna inanıyor musunuz?
Elbette inanmıyorsunuz. Çünkü insanların inancını resmeden daha bir sürü semboller var ve bunlar yasak değil.
Ben de sizin gibi buna inanmıyorum!
Peki, bunun gerçek sebebi nedir?
İşte siz bunu dillendirmiyorsunuz. Ama ben bunun sebebinin “başörtüsünden nefret etmek” olduğunu zannediyorum(!)
Bunun bir adım ötesinin, ya da gerekçesinin ise “dinden nefret etmek” olduğunu düşünüyorum.
Ama kimse bunu böyle “düşünür” olduğunu söylemiyor. Herkes ustadır. Söyleyip de başına iş mi açsın?
Yapan da söylemez, yazar da söylemez, diyanet de söylemez, siyaset de söylemez, idare de söylemez…
“Belki de ben yalnız değilim böyle düşünmekte ama bunu bir yerde duymuyorum” desem inanır mısınız?
Hayır, inanmazsınız. Çünkü çarşı pazarda ahali sabah akşam bunu konuşuyor…
Ama sadece konuşuyorlar ve o da kendi aralarında…
Ben de haliyle böyle açıkça yazamıyorum ve başlıyorum kıvırmaya, “yok zannediyorum, yok düşünüyorum”...
Öff! Ağzımızdaki ve kalemlerimizdeki kelepçeler yüzünden bir gün çatlayıp öleceğiz yahu!
Bu ülkede yaşamak zahmet! İnanın insana bıkkınlık veriyor gerçekten.
Herkes de biliyor ki bu ülkede zamanında Müslüman iken “dininden dönmüş” bir sürü kafir var, ama açıkça bunu ilan edemiyorlar, “takiyye” yaparak kendilerinin de “Müslüman” olduğunu söylüyorlar.
Oysa yalan söylüyorlar. Çünkü İslam dininden nefret ediyorlar.
Neyse, “Askerle ilgili yazı yazmaktan hiç hoşlanmıyorum” demiştim yukarda.
Neden mi?
Başımı belaya sokmak istemiyorum da ondan. Orda bir suç duruyor uzakta: “Halkı askerlikten soğutmak.”
Oysa ne alakası varsa?!
O suç, işlemesem de, benim için duruyor sanki orada, sanki ense kökümde Demokles’in kılıcı gibi.
Çünkü emir komuta altındaki bir yargıdan korkuyorum suç işlemesem de.
Size “verdiğimiz oy gözünüze dizinize dursun emi”diye beddua etmeyeceğim, bilakis “Allah sizi ıslah etsin” diye dua edeceğim ey politikacılar, hala şu çift başlı yargı sistemini ortadan kaldırmadınız!
Hem “kaldırmamız gerekir” diyor, hem de bir türlü yapmıyorsunuz dediklerinizi…
Herhalde, “nedir bu efkar?” diyeceksiniz.
Evet, Manisa’dan gelen bir haber, sabah sabah asabımı bozdu maalesef. Olayı duydunuz değil mi?
Duymayanlara küçük bir katkı: “Manisa'daki 1. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı'nda düzenlenen yemin törenine, 40 yaşın altındaki başörtülü asker yakınları alınmadı.
Türkiye'nin dört bir yanından çocuklarının mutluluğunu paylaşmak için gelen aileler, yemin törenini tel örgünün arkasından seyretmek zorunda kaldı.
Maruz kaldıkları uygulamanın büyük bir haksızlık olduğunu ifade eden aileler, bu muameleyi hak etmediklerini söylediler.
Kendilerine çifte standart uygulandığını belirten asker yakınları, "Bizi başörtülü olarak içeriye almıyorlarsa, o zaman evlatlarımızı da askere almasınlar." diyerek uygulamaya tepki gösterdi.”(*)
İnsan sormadan edemiyor: Neden 40 yaşın altındakilere yasak?
Bunu amir bir kanun mu var?
Yoksa bu kimin keyfi?
Kimin göz zevki?
Hani askerlik disiplindi?
Bu ne keyfi uygulama böyle?
Bir zamanlar da “GATA formülü” vardı. Hani güya “Anadolu Usülü” “çene altından bağlamalar” serbesti. Nereye gitti o?
O da mı keyfi bir uygulama idi yoksa?
Bu ne ülke Allah’ım, kanunlar geçerli olmuyor da, birilerinin keyfi geçerli olarak uygulanıp duruyor!..
Yarın evladı belki de şehit olacak o anayı üzmek, nasıl bir yürek işidir?
Belki de bu ananın son görüşü olacaktı o yavrusunu. Kim bilir, belki de o iyi niyetli yavru asker oradan gittiği görev yerinde “şehit” olacaktır.
Şehit anasına nasıl reva görülür bu?
Unutur mu bir ana bunu?
Ya o başörtülü şehit anası da yarın sizi evine almazsa ne yaparsınız?
“Ben de evimde beni yavrumun yanına almayanları görmek istemiyorum. Gelmesinler cenazeye!” derse?
İyi mi olur bu?
Yapmayın Allah aşkına!
Bitirin bu ayırımcılığı!
Bitirin bu ayıbı!
Özellikle de bu zamanda. Bu “terörle mücadele” zamanında.
Bu “birlik ve beraberliğe en muhtaç olduğumuz” zamanda.
Düşmanın ekmeğine yağ sürmeyin lütfen.
“Sizin askeriniz işte bu!” dedirtmeyin Allah aşkına…