Seküler Peygamber (!) 2
Efendimiz (s.a.v)’in, “Sizler dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz” hadisini sözkonusu etmiştik önceki yazımızda.
Bu hadisten hareketle, bir “seküler peygamber” üretme gayretkeşliğinin tarihî arkaplanına bilhassa dikkat çekmiştik.
Hâlihazırdaki dünyevîleşme sorunumuzun, modernleşme sürecimizle paralel giden din tasavvurumuzdaki sekülerleşmeyle irtibatını özetlemiş, sonra da, sahih olan bu hadisin nasıl anlaşılması gerektiği konusunu bugüne bırakmıştık.
Efendimizin, uzun bir rivâyetten cımbızla çekip alınan yukarıdaki sözünün, rivâyetin bütünlüğü içerisinde mütâlaa edilmesi gerekir.
Böylece, “Söylenen söz kime ve hangi şartlarda söylenmiştir?”, “Olay nasıl cereyan etmiştir?”, anlaşılsın. Bunu sağlayabilmek için de aynı konuyla ilgili bütün rivâyetleri biraraya toplamak ve bir bütünlük içerisinde incelemek gerekir. Elde edilen neticeyi bir de İslâm’ın sâbit ilkeleri perspektifinden değerlendirmek gerekir.
Küçük bir parçadan yola çıkarak bütünü anlamaya kalkışmak bilimsel bir okuma tarzı olamaz zaten. O zaman karşımıza herkesin istediği parçayı alıp istediği şekilde değerlendirdiği bir garabet peydâ olur ki, bunun varacağı sonuç tam bir anlam kargaşası olur.
İşbu anlam kaosunu önlemek üzere hadis alimleri “Esbâbu Vurûdu’l Hadîs” disiplinini inşa etmişlerdir. Kur’an tefsirinde “Esbâbu’l Nuzûl” ne ise hadis alanında da “Esbâbu’l Vurûd” odur. Böylece indî yorumlardan kaçınılabilsin, mümkün mertebede objektif yorumlar sağlanabilsin diye. Meselenin usûl boyutunu uzatmadan olayın nasıl cereyan ettiğini aktaralım.
İmam Müslim’in Hz. Enes’ten (r.a) rivayet ettiği olay şöyle gelişmiştir:
Hz. Nebi Medine’ye teşrif ettiklerinde hurma ağaçlarını aşılayan bir topluluğun yanından geçerken: “Böyle yapmasalar -hurma ağaçlarını aşılamasalar- iyi olacak” der. Ancak -belli bir süre sonra- ağaçlar ürünü şays (Şays: hurma meyvesinin çekirdeğinin yumuşak yahut tamamen çekirdeksiz olması halidir. Bkz: En-Nihâyetu fî Garîbi’l Hadîs: 2/518) verir. Oradan tekrar geçtiğinde: “Hurmalıklarınıza ne oldu?” diye sorunca, onlar da: “Böyle yapmamızı siz söylemiştiniz! derler.
Bunun üzerine Efendimiz: “Siz, dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz” buyurdu. (Müslim, 4/1836, hn. 2363, Süneni ibn Mace, 2/825, hn. 2471, Musnedi Ahmed, 3/152. hn. 12566. Hadisin lafzı Müslim’e aittir.)
Müslim’de, hadisin esbâbu vurûdunu daha detaylı anlatan iki rivâyet daha vardır ki bunlar yukarıdaki hadise takdim edilerek aktarılmıştır. Bu durum hadis tekniği açısından önemlidir, zira, İmam Müslim aynı konuda vârid olan hadisleri sıraladığında en güçlü gördüğünü ilk sıraya koyarken diğer rivâyetleri ise tercih sırasına göre zikreder. Böylece diğerlerine kıyasen en zayıf olanını en son sırada zikreder. (Muslim, 1/4 – 5) Bu usûl kâidesine binâen ilk hadislerin muhtevası “Siz, dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz” rivâyetinin muhtevasına teşmil edilir.
Bu rivâyete takdim olan hadislerde ise durum şudur.
Musa bin Talha, babasının şöyle dediğini nakleder: “Rasûlullah’la (s.a.v) beraber hurma ağaçlarının üzerinde bir topluluğun yanından geçtik. Buyurdular ki: “Bunlar ne yapıyorlar?”. “Aşılama yapıyorlar, erkeği dişiye döllüyorlar, böylece aşılanıyor” cevabını aldı. Bunun üzerine Rasûlullah: “Bunun fayda vereceğini zannetmem” dedi.
Aşı yapanlara Rasûlullah’ın söyledikleri haber verildi, onlar da aşı yapmayı bıraktılar. Onların aşılamayı terki Rasûlullah’a haber verilince de:
“Eğer bu -aşılama- onlara fayda veriyorsa yapsınlar, ben sadece bir zanda bulundum. Zannımdan dolayı beni muâheze etmeyin. Ancak, size Allah’tan haber verdiğimde onu alın. Muhakkak ki, ben Allah adına yalan konuşmam.” dedi. (Muslim, 4/1835, hn. 2361).
Konuyla ilgili ikinci rivâyet de bu hadisi tekit etmektedir.
Mevzu aslında çok açık, kimseye bulanık suda balık avlama imkânı vermiyor. Bizzat Kur’an-ı Kerim, Efendimiz (s.a.v)’in doğup büyüdüğü yerin ziraatsız bir mekân olduğunu bildiriyor (İbrahim: 37). Karşılaştığı yeni bir durum hakkında fikir beyan eden Hz. Peygamber, bunun bir zandan ibaret olduğunu bizzat kendisi bize haber vermektedir. Sonra da, “Allah’tan size bir haber verirsem onu alın” diyerek, dinî tasarrufatının bağlayıcı olduğunu tekit etmiştir.
Peygamberler “deney ve tecrübeye dayalı dünyevî işler”i tanzim etmek için gelmezler. Bu tarz dünyevî işleri üstün ahlâk ilkeleriyle irtibatlandırır, beşer zihninin bu konuda kendi ve çevresinin faydasına olanı üretmesini teşvik ederler. Ama bu, “din ve dünya işlerini ayırmak” perspektifinden değil, yine dinin sınırları içerisinde kalınarak yapılan bir ameldir.
Bu dinin en hassas olduğu konuların başında ilâhî olanla beşerî olanı ayırt etmek gelir. Böylece dinî sınırlar içinde olsa da beşere ait olanlar nasslarla karıştırılmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.