Devekuşu politikası!..
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın parti rozeti taktığı başörtülü ve çarşaflı hanımlarla ilgili haber TV’lerde yayınlandığında, ciddi bir tartışmanın başlayacağı belli olmuştu.
Aslında salonda sallanan pankartlarda fotoğrafları ve ismi bulunan ve bir ilçenin belediye başkan aday adayı olduğu bilinen kişi ile, CHP’ye üye yapılan kadınlar arasında akrabalık bağı olduğu ve dolayısıyla bu işin biraz ‘ailevi’ olduğu belli idi.
Aday adayının aile fertleri ve akrabalarından bazı kadınların, başörtüleri ve çarşafları ile toplantıya katılmaları ve kendilerine CHP rozeti takılması sözkonusu idi aslında.
Ama yine de, CHP liderinin başörtülü ve çarşaflı hanımlara CHP rozeti takması, hakikaten anlamlı bir hareketti. Arkası gelse, getirilebilse, belki de bir tür devrim manasına gelebilecek kadar anlamlı, hem de.
İnsanımızın değerlerini hor ve hakir gören, inançla ilgili bütün tezahürleri hayattan tümüyle uzaklaştırmaya çalışan ve bu uğurda Anayasa ve kanunları bile sonuna kadar zorlamaktan çekinmeyen CHP zihniyetinin, şu veya bu şekilde, biraz olsun halka yaklaşıyor olması sözkonusu idi.
Ancak rozet takma olayından sonra yaşanan gelişmeler, sözkonusu girişimin bir fantezi olmaktan öteye gidemeyeceğini ve Baykal’ın, belki de çok istiyor olmasına rağmen, bu işin yükünü taşıyamayacağını ortaya koymuş durumda.
Başörtülü ve çarşaflı hanımlarla ilgili ‘açılım’, oy getirebilecek olması açısından bazı CHP’lilerin hoşuna gitmiş olsa da; laiklik ve Cumhuriyet konusunda saplantılarından kurtulamamış, ya da daha doğrusu, şahsi saplantılarını laiklik ve Cumhuriyetin değerleri olarak yorumlama eğiliminde olan bazı CHP’lilerin de, ciddi şekilde huzurunu kaçırdı.
Ve bizler, bu memleketin çoğunluğunu yok sayma eğiliminde olanların o bildik saçmalamalarını, yeniden dinlemek zorunda kaldık.
Okumuş-yazmış, aklı başında imiş gibi gözüken ve belli ki çağdaş ve de modern olduklarını zanneden kadın ve erkeklerin; başkalarının tercihlerini sorgular ve hatta yargılar bir biçimde konuşmaları, ahkam kesmeleri; tesettür emrine riayet edenlerin, bir gün doğruyu bularak, tesettüre riayet etmekten kurtulacaklarını yani ‘özgürleşeceklerini’ söylemeleri, yeteri kadar can sıkmıştı zaten.
Hele, halktan tamamen kopmuş, yaşadıkları ülkenin insanını zerre kadar tanımayan tiplerin, başörtülü ya da çarşaflı kadınların, mutlaka birilerinin zoruyla örtünmüş oldukları yönündeki beylik tesbitleri(!) yok mu, akıllara ziyandı, doğrusu.
O hanım ve beyler, Türkiye’deki kadınların kahir ekseriyetinin başörtülü olduğunu ve başını örtmeyi tercih edenlerin, bunu sadece ve sadece inançları sebebiyle yaptıklarını biliyorlar elbette.
Ancak tıpkı başka sahalarda yaptıkları gibi; gerçekleri görmezden gelerek, hayal aleminde yaşamayı tercih ettikleri için, bu türden masallarla, kendilerini ve çevrelerini avutuyorlar.
Oysa azıcık halkın arasına girseler, sıradan insanların teneffüs ettiği havayı solusalar, onlarla oturup-kalksalar birkaç gün; o insanların inançlarına nasıl bağlı olduklarını ve özellikle de kadınların örtü konusunda ne kadar ısrarcı olduklarını, kolaylıkla anlayabilirlerdi.
Uydurdukları ‘kamusal alan’ masalıyla, okumak isteyen kızlarımızın ve çalışmak isteyen hanımların, başını zorla açmaya çalışanlar; başlarını kapatanların da bu işi mutlaka birilerinin zoruyla yaptıklarını düşünmeye meyyaller belki.
Ama bahsi geçen kadın ve kızlardan on binler, hatta yüz binlercesinin, inançlarının gereklerini yerine getirebilmek uğruna, gözlerini bile kırpmadan istikballerini feda edebildiklerini olsun görmüyorlar mı?..
Memleket gerçeklerine bu kadar mı kör ve sağır bu insanlar?..
Ve bu halle, bu devekuşu politikasıyla, gidiş nereye?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.