Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Rejimlerden de önce; kalbimizdeki değerlerdir, aslî davranış ölçülerimiz

Rejimlerden de önce; kalbimizdeki değerlerdir, aslî davranış ölçülerimiz

Zeybek, şimdi de Osmanlı’nın alevî olduğundan sözediyor..’
*Bu gibi iddialar, İslâm’ın cihanşumûllüğüyle bağdaşmaz.. ‘İman, taqvâ ve fazîlet’ten başka bir ayırım ölçüsü yoktur, İslâm’ın.. Kur’an, Hz. Peygamber (S)’in muhatabları arab olduğu için, arabca gelmiştir, ve amma, bütün zaman ve mekanların insanlarına hitab eder.. Osmanlı’da her kavim veya sosyal taife gibi, alevî-bektaşîlerin de bir yeri vardı; hepsi bu!.
-Meryem Tırpan Maraş’tan yazıyor: ‘Siz, ‘Alevî, Ali’yi seven demektir.. Ali ise, İslâm’ın en büyük isimlerindendir, Yüce Resul’den sonra.. O halde, alevîler müslümandır..’ diyorsunuz.. Bu mantık doğru da, Pir Sultan Der. Başk. K. Genç ‘Ben müslüman değilim’ diyor.’
*O zaman, onun sevdiği Ali, bir başka Ali olmalı.. Zâten, ‘Biz arabın Ali’sini istemiyoruz..’ gibi laf edenler de var. O halde, Ali’den Hz. Ali’yi anlayan alevîlere düşüyor, sorumluluk.. öyle kelime oyunları yapanları terketmeliler. Başka ülkelerde, şiîlerin, alevîlerin mescid nefreti diye bir şey yok.. Türkiye’deki durum, laik mentalitenin çarpıklığından da besleniyor..
-Saîd Amedî yazıyor: ‘Erdoğan’ın Diyarbakır’daki sözleri, ‘kardeşlik nakaratları altında bir halkın varoluş mücadelesinin inkarı’ iken siz onu destekliyorsunuz.. Ne zaman kürt halkının haklarından sözedilse, ‘ümmetçi kalemşör’ler de hemen ‘İslâm’da nasyonalizm yoktur..’ diye, zulmün üzerine perde çekmekte.. Bunlar, olayı manipüle etme çabasıdır.’
*Ben, her türlü kavmiyetçiliğe karşıyım, bir müslüman olarak.. ‘İslâmda kavmiyetçilik yoktur’u, sadece kürdler sözkonusu olduğunda söylesem, o zaman haklı olabilirsiniz. Siz ise, Erdoğan’ın kanla beslenen silahlı bir örgüte karşı sözlerini esas alarak, ‘bir halkın varoluş mücadelesi’nden söz ediyor ve ‘kavmiyetçilik’ yapıyorsunuz.. Bir hadis rivayetinde, ‘Taassub, kendi kavminin zulmüne destek vermek, karşı çıkmamaktadır.’ deniliyor.. Kendinizi bu süzgeçten geçirmenizi tavsiye ederim.. Bana gelince, sırf ‘etnisite/kavmî köken’inden dolayı kürd halkına yapılan zulümlere de, yine karşı çıkacağım; inşaallah.. Haklı ve mazlûm olan insandan yana olduğumu, ama, hiçbir kavmiyetçinin haklı olamayacağına olan inancımı tekrarlayarak ve her tip kavmiyetçiliği, sadece ‘İslâm Milleti’ anlayışıma değil, bütünüyle ‘insanlık’ anlayışıma da aykırı bulduğumu bir daha belirterek..
-Ogün Şabanoğlu Zonguldak’tan yazıyor: ‘Başbakan Erdoğan’ın İspanya’da başörtüsü ile ilgili yaptığı açıklamalar üzerine, birileri yine yaygaraya başladı. Başsavcı parti kapatmayı bile imâ ediyor. Erdoğan bütün hukukî dengeleri düzelttikten sonra bu teşebbüse girişseydi, daha isabetli olmaz mıydı? Ve, başsavcı kapatma davası açmayı göze alabilir mi?’
*Erdoğan sorulan bir soruya, verilebilecek cevabı verdi.. Başsavcının parti kapatma tehdidine gelince.. Dâva açabilir elbette, kanunen yetkisi vardır.. Ellerindeki kozlar birer-ikişer giderken, son kozlarını kullanmaktan niye kaçınsınlar?.. Tabiî, sessiz çoğunluğun oy vermekten başka sorumluluğunun olduğu da unutulmamalı. ‘Taife-i Laicus’un geçen Bahar’da, yüzbinler halinde yaptığı mitinglerin daha büyüğü gerçekleştirilmedikçe, laikler daha da şirretleşeceklerdir; sadece oy vermekle iş bitmiyor..
-Ayşe Ak yazıyor: ‘Milletin inancıyla uğraşanlar sandığa gömüldüler, yine akıllanmadılar!’
-Fatih Furkan yazıyor: ‘Dinlerarası diyalog’ oyunu tutmayınca, ‘medeniyetler ittifakı’ mı?’
*Dinlerarası dialog yerine, çeşitli dinlerin müntesibleri arasındaki bir ‘dialog’dan sözetmek gerekir.. âl-i İmran, 113-115, bize bu hususta ışık tutabilir.. ‘Medeniyetler ittifakı’ denilince de hemen korkuya kapılıp, savunma refleksleri sergilemeye gerek yok.. Müslüman olarak, barış isteyene de, savaş isteyene de söyleyecek sözümüz daima olmalı.. Ve bütün insanlığı muhatab alan inancımızı diğer insanlara teblig etmek için, günün şartlarına uygun, meşrû her yol ve imkandan faydalanmaktan da korkmamak ve kaçınmamak gerekir..
-Şeyhulİslâm@.... ) Fransa’dan yazıyor: ‘Buradaki arkadaşlarla kafamıza çok takılan bir konu var.. Bu ülkede çeşitli görevlerde bulunarak ya da vergi vererek sisteme destek vermiş ve onu güçlendirmiş olmuyor muyuz? Ve bu sisteme karşı engel çıkarmaya çalıştığımızda, bu ülkede yaşayan muslim ve gayrimuslim insanların hakkına girmiş olur muyuz, bu devletin temsil ettiği halkın hakkı açısından..’
*Gayrimuslimlerin ekseriyette ve yöneticilerinin gayrimuslim olduğu ‘Dâr-ul’Harb’ denilen coğrafyalarda, 250 yıl öncelerde, müslümanların‚ uzun süreli olarak kalmalarına ve yaşamalarına cevaz verilmezdi.. Onun içindir ki, Osmanlı’nın Avrupa’da daimî ‘ikamet elçilikleri’ bile yoktu, geçici, seyyar elçilikler vardı.. Bugün ise Avrupa’da yaşayan müslümanlar izinsiz, kendiliklerinden buralardalar.. Bu ‘fiilî’ (de facto) bir durumdur ve kendi kalbimizden verebildiğimiz cevablarla yetinmek ve Allah huzurundaki sorumluluk şuûrumuzla hareket etmek durumundayız.. Ve o gibi ülkelerde siz, kendinizi, yazılı olmayan bir sözleşme yapmış durumda sayabilirsiniz. Oralarda inancınıza göre yaşayamayacağınızı düşünürseniz, orada durmamanız gerekir.. Orada duruyorsanız, o zımnî anlaşmayı kabul ediyor ve o sınırlar içinde kalıyorsunuz demektir. O zaman da, oradaki genel düzenlemelere riayet sözü vermiş oluyorsunuz.. Ve müslümanlar verdikleri söze riayet etmekle de tanınırlar. Ve, biz sadece müslüman kulların değil, genel olarak, bütün kulların hakkından da sorgulanacağız.. çünkü, sizi zorla tutmuyorlar, kendi rızanızla kalıyorsunuz.. O zaman da, genel düzenlemelere riayet etmemiz gerekir.. Yani, o kanun sistemine karşı hileli işlem yapamazsınız.. Aksi halde sadece şahsî olarak lekelenmekle kalmaz, müslümanlar hakkında, sözlerine güvenilmez olduğumuz gibi bir zehabın uyanmasına da vesile oluruz.. Allah’ın sadece müslüman kullarına değil, bütün kullarına adâlet ve merhametle muamele etmekle mükellefiz..
-Leylâ Eker Samsun’dan yazıyor: ‘Eski c.başkanlarına tanınan kanunî haklar, padişahlara bile tanınmamıştır.. A. Necdet Sezer, çankaya’dan giderken, kanunî hakkım diyerek, hem de 1 değil, 4 lüks arabayı ve 30 koruma polisi yanında, sağlıkçı, aşçı, bahçıvan ve temizlikçi gibi çalışanlardan 46 kişiyi de Gölbaşı’ndaki villasına götürmüş.. Evren ve Demirel’in maiyetinde ise, 25 kadar koruma ve hizmet personeli bulunuyormuş.. Onların maaşını da biz ödüyoruz!. Bir de Sultan Vahiduddin’in tâbutuna bile haciz konulmak istenişini, borç içinde ölümünü hatırlayalım.. Sezer’in bu zâlim tasarrufu hakkında laikçiler tek kelime etmiyor. Bu zâlimâne uygulamaya son verilmelidir. Onlara hakkımı helâl etmiyorum, zehir olsun..’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi