Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Uyduruk ‘temel değer’lerle, insan kalmanın zorluğu..

Uyduruk ‘temel değer’lerle, insan kalmanın zorluğu..

‘Ulus’ kelimesi, ‘ulus-devlet’ tartışmaları içinde, ister istemez, daha bir gündeme oturdu, son günlerde.. ‘Ulus’, moğolcada, ‘halk birliği’ veya ‘birlikte olan halk’ manâsına gelmektedir.. Türkçede, laik/kemalist dönemde, ‘millet’ kelimesi yerine kullanılmaya başlanan ‘ulus’ kelimesi, türkçe ile aynı dil grubundan Altay-Ural dil grubunda olan moğolcadan alınmadır; tıpkı ‘kaanun’ yerine alınan ‘yasa’ kelimesi gibi.. Bu, hem türk kavminin ‘Orta Asya’lardan geldiği iddiasına, hem de asırlarca İslam kültürü içinde yoğrulmuş bir kavmin, o kültür ve inançtan uzaklaştırılması için emperyalistlerce de öngörülen hedefe de uygundu.
Hele de laik rejimlerde, 'ulus’un tarifinde inanç birliği’ne yer verilmez.. Dil birliği de mutlaka zarurî değildir.. Ancak, aynı coğrafyada, ortak bir geçmişe dayalı ve birbirlerine düşmanlık beslemeden, bir arada yaşamayı kabullenen bir sosyo-psikolojik beraberlik hali olarak tarif edilmesi mümkün olabilir..
Bu konuya, songünlerde kıyısından köşesinden değinme ihtiyacı duyuşum, Sav. Bakanı Vecdî Bey’in ‘mübadele iyi oldu.. Yoksa ‘ulus-devlet’ kurulamazdı..’ manâsındaki sözleri üzerine oldu.. Çünkü, o söz, bizim geçmişimizle de, bugün ve geleceğimizle de derinden ilgili..
Ama, Sav. Bakanı Gönül’ün övdüğü ‘mübadele’ hakkındaki bilgilerimiz bile, yenilenmeye muhtac.. Çünkü, o kelime, toplumda artık iyice unutulmaya yüz tutmuştu.. Ama, eskiden eski komşular için, ‘mübadil gittiler..’ şeklindeki hayıflanma sözleri sıkça duyulur veya Balkan lehçeli veya hiç türkçe de bilmeyen, rumca konuşan müslümanlar için de ‘mübadil’ denilirdi.
‘Mübadele’ (değiştirme) denilen hal, Ankara’da yeni kurulan kemalist rejim ile Yunanistan arasında ve savaş durduktan hemen sonra, 1923’de imzalanan ve ‘gayrimuslim rumların ve müslüman karşılıklı olarak gönderilmesi’ üzerine yapılan bir anlaşmayla ortaya çıktı.. O anlaşmanın iki tarafınaakilere de ‘mübadil’ (değiştirilen) denildi.. Ve Anadolu’dan gönderilen rûmların sayısı yaklaşık 1,5 milyon kadardı, getirilen müslümanlar da 500 bin kadar..
Niğde taraflarındaki bir Hristos Efendi’nin, ‘mübadele’ şumûlüne girmesi üzerine ve asırlarca yaşadığı topraklardan istemiye-istemiye, koparılışının trajik hikayesini ağlayarak anlatan Hacı Ahmed Efendi’den dinlemiştim, yıllarca önce.. : ‘Hristos, iyi komşumuzdu; Allah için.. Dini kendisineydi, bana ne.. Ama, insan ilişkilerinde bizden bir farkı yoktu.. Ve ağlaya-ağlaya giderken, bir gün döneceğinin hayalini yaşamıştı, hep... Ve üzüm bağlarını bana bırakmış ve zamanı gelince toplar satarsın, parasını sonra alırım, bu siyasî fırtınalar gelir-geçer demişti..’ diye anlatmıştı, o macerayı..
Balıkesir-İvrindi’den bir ‘mübadil’ bir ailenin çocuğu olan dostum da, namazında- niyazındaki anneannesinin, hiç türkçe öğrenemeden ve yıllarca, Yunanistan’da yaşadığı bölgenin hasretini dile getiren rumca ağıtlar okuya-okuya ömrünü tamamladığını söylemişti..
Muğla-Fethiye yöresinden, yüzlerce yıl yaşadıkları topraklardan götürülüp, Pire civarına yerleştirilen bir rûm ailesinin büyüğü de, bir tv. proğramında, ‘Biz buraya geldik, ama, bize hep ‘turko’ dediler.. Türkiye’den ise, ‘rum’ diye sürdüler.. Buranın rumcasını da sökemedik..’ demişti.. Geçen gün de, Kütahya’dan Gümülcine’ye giden ‘Minareci’ lakablı Andon Stavris’i dinledim, TRT-İnt’ten.. Çünkü babadan oğlu hep minare ustası imişler, orada da müslümanların arasından uzaklaşamamıştı..
‘6-7 Eylûl 1955 Hadiseleri’nden sonra Yunanistan’a sürülen binlerce Ayvalık rumundan bazıları da, geçen sene, o terkedip gittikleri evlerini ziyarete gelmişlerdi, nice acılar içinde..
Halbuki, 14 asır önce, İslam, ‘post-liminium’ hakkını tanıyordu.. Buna göre, İslâm topraklarında yaşayan ve savaş dışında kalanların dini ne olursa olsun, eşya ve mülkleri, İslam Ordusu tarafından ‘ganimet’ olarak alamaz ve asıl sahibine iade edilirdi..
Birkaç yıl önce ölen Dido Sotiru isimli bir rûm hanım, ‘Benden Selam Söyleyiniz Anadolu’ya..’ isimli romanında, Aydın yöresindeki köylerde geçen çocukluk yıllarını ve hristiyan rûmlarla müslüman ahali arasında asırlarca süren insanî ilişkileri ilginç şekilde anlatmıştı.. Ve onlar oralarda, öyle birkaç aile değil, yüzbinler olarak yaşıyorlardı..
Ama, sonra devletler, sosyo-politik organizasyonlar ve bir takım silahlı mücadele teşkilatları havayı zehirlemişler ve kendilerine karşı çıkanları da ‘vatan ve millet haini’ gibi yaftalarla sindirmiş ve hattâ imha etmişlerdi.. 150 sene öncelerde, ’Todoris Paşa’ Osmanlı’nın Londra’daki büyükelçisi idi ve yunan menfaatlerine ihanet ediyor diye vurulmuştu..
Ve çok uzak geçmiş değil, 90 sene öncelerde, Osmanlı Ordusu’na katılan ve savaşta hayatını kaybeden yüzlerce ‘gayrimuslim’ erleri ve hatta subayları, doktorları, resmî makamlarca ‘şehîd’ olarak bile niteleniyordu!!
İstanbullu bir rûm şarkıcı olan Fedon da bir tv. mülakatında, ‘Bu toprakların savunması için benim dedem de savaştı, ‘şehid’ oldu.. Ben bu toprakların çocuğuyum.. Buna rağmen hâlâ, ‘gavur’ diye dışlanmak bana çok ağır geliyor.. Yahu, şehid torununa gavur denir mi’ demişti.
Nitekim, nice ermeniler de, ermeni nasyonalistlerine, Daşnak komitacılarına karşı çıktığı için katledilmişti.. Amma, ‘İttihadçı’ların turancılık hayallemelerinin de etkisiyle, ‘tehcîr’ (zorla göçettirme, sürme) uygulamaları başlayınca, çoluk-çocuk, kadın demeden herkes, bir ‘potansiyel düşman’ olarak görülüp, topyekûn sürüldüler; toplumumuzu zehirlendi..
Halbuki, Osmanlı’nın en hassas yerlerden Ordu mutfağı bile, ermenilere bırakılırdı..
Ve dahası, şimdi, ‘Yahu, tehcîr iyi oldu. Yoksa ulus-devlet kuramazdık.. Anadolu asırlarca olmadığı şekilde netleşti..’ diyenler, o gayrimuslim unsurlardan asla tadmadıkları büyük zulümleri, terspaça-içkazık oyunlarını müslüman ismi taşıyanlardan taddı.. Hattâ, ‘6-7 Eylûl 1955’de cereyan eden o büyük kargaşa da iyi oldu..’ diyenler bile var; ‘ulus-devlet’ hatırına..
Kendi inancından kopmadan, başkalarıyla da birlikte yaşayabilecek bir değerler sistemine sahib olduklarını asırlarca isbatlamıştı, müslümanlar.. Bugün ise, laik/kavmiyetçi saplantılar yüzünden, hattâ müslüman olan ve ama, türk olmayan kavimler bile, ‘ulus-devlet’ anlayışına göre yok sayılmaya çalışıldı.. Herkesin yeni resmî ideolojiye göre, kendisine sadece ‘türk’ diyebileceğini beyinlere şırıngaladık.. Bu ilkel şovenişt anlayışın neticesi de ortada..
Ama, Cem Özdemir Almanya’da parti başkanı olunca, aynı ırkçı duyguyla gururlanıyoruz, onun taşıdığı temel değerlerle bizim bir ilgimiz var mı diye düşünmüyoruz..
20 sene öncelerde, Gorbaçev, Sovyet Rusya güçlerini çekeceğini açıkladığı zaman, Afgan mücahid teşkilatlarının önde gelenlerinden G. Hikmetyar, Peşaver’de onbinler huzurunda yaptığı bir konuşmada, ‘Afganistan’ın son 300 yılında hep peştunlar söz sahibi olmuşlardır, aynı durum bundan sonra da devam edecektir..’ deyip, kavmiyetçilik/ ulusçuluk bayrağını açınca, ‘tacik, fars, beluç’ gibi diğer müslüman kavimler de düşünmeye başladılar.. O sakîm anlayışın Afganistan’a nelere mal olduğunu gördük.. O ‘kan zehirlenmesi’ hâlâ da sürüyor..
Bilmiyorum, ne demek istediğimi anlatabildim mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi