Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Trajik bir çığlık: ‘Ah-ahh; sen yalnız mı kalacaktın?’

Trajik bir çığlık: ‘Ah-ahh; sen yalnız mı kalacaktın?’

Sabancı Üni.’den Doç. Cemil Koçak resmî sınırları zorlayan bir akademisyen.. Daha önce de, ‘M. Kemal’in kürdlere özerklik verileceğine dair söz verdiğini, ama, sonra bu sözünde durmadığını’ belgeleriyle ortaya koymuştu da, niceleri küplere binmişti.. Kezâ, ‘Aslında Atatürkçülük diye bir ideoloji hiçbir zaman olmadı. Atatürk'ün aklından bir ideolojik paket hazırlamak hiç geçmedi.. Atatürk’ün söylediklerinden ve yaptıklarından bir dogma, bir ideoloji, adeta bir din üretmeye kalkışanlar, onu bir kişiye tapma öznesi haline getirenler...’ şeklindeki görüşleri de, onun bir akademisyen olmasından dolayı önemliydi ve kızdırıyordu.
Doç. Koçak’la yapılan son röportajı Star’dan Fadime Özkan 24 Kasım günü yayınladı.. Yine, ‘atatürkçülük o kadar eklektik ve pragmatik ki, slogan düzeyinde söyleyebildiği ilkeyi de değiştirebiliyor. 1923’te İzmir İktisat Kongresinde ’ekonomik anlamda liberaliz’ diyor.. (...) 1930’da Serbest Fırka kurulduğunda, bir de bakılıyor ki devletçi olunmuş. CHP’nin önde gelenlerinden Ahmet Ağaoğlu ‘Hayretle karşıladım. Halk Partisi olarak kendimizi liberalin liberali görüyorduk. Nerden çıktı bu şimdi’ diyordu.. O yüzden herkes kendisine 1918’den 1938’e kadar geçen 20 yıl içinden Atatürk’ün yaptığı, söylediği, heveslendiği, amaçladığı, hedeflediği hattâ aklından günlünden geçirdiği ne varsa seçip alabiliyor.’ diyor Doç.Koçak..
Hele de yeni nesillere örnek gösterilen bir kişinin ‘din’le ilgili görüşleri ise, daha bir ilginç..
‘....Atatürk’ün dinle bir ilgisi olduğu kanısında değilim. Atatürk ve Atatürkçü ideolojinin asıl arzuladığı şey, dinin emrettiği her şeyden azade olmuş bir toplum.. Bu da 19. yüzyılın aydınlanma felsefesi.. Aydınlanmacılara göre din zımbırtıdır, ilkel insanlara mahsustur. İnsanlık (...) bir gün öyle bir hale gelecek ki dine gerek kalmayacak. (…) O’nun da dinle ilgisi çok zayıftır. Ateist miydi? Bilmiyorum. (…)Balıkesir hutbesi, dini referanslar, Meclis’in Cuma günü duayla açılması.. …Bunlar hep, o dönemin gereklerine göre uyguladığı politikalar. Yoksa ben Atatürk’ün dine hayli uzak bir kişi olduğu kanısındayım.’
Doç. Koçak, ‘M. Kemal’in, son 7 yılını yapayalnız geçirdiğini’ de söylüyordu, ‘O, hep halkıyla iç-içeydi..’ şeklindeki iddialara karşılık olarak.. 'Cumhuriyetin 10. yılında ‘Şimdi çok sevinçli olmam lâzım ama bir şey hissetmiyorum. Niye böyle oldum acaba?’ diyor, kendi ruh halinden ürküyor. Arkadaşlarına da‚ ’Bana yardımcı olun da o coşkuyu hissedeyim’ diyor. Bu çok önemli bence. (...) Atatürk son 7 yılını yalnız geçiriyor. Gelen gidenler var, fakat hep aynı kişiler. Dışarıya çıktığı pek yok. Hayatı gündüz değil akşamüzeri ve gece yaşıyor. Depresyon mudur bilemem, böyle bir kırılma olmuş hayatında. Ve böyle yaşamaktan memnun değildi. (…) hep aynı kişilerle aynı şeyleri konuşmaktan da rahatsız.’ diyordu..
Haber7’de yayınlanan röportajdaki bu sözlere hayıflanan bir okuyucunun yorumundaki bir cümleyi yazımın başlığına bilhassa aldım. Çünkü, o kişinin (A. Balyoz’un) gırgır geçip geçmediğini bile anlaaayamadım. Tam da kemalist geleneğe uygun bir tavırdı. Ve, ‘Sen yalnız kalamazsın ey Atam; esas biz yalnızız sensiz. 70 milyon seninle kabrine yatmaya hazır ey Atam..’ diyordu.. Ve bu ülkede öyle sözler edecek ‘çarpılmış’ nicelerinin olduğu da açık..
Bir diğeri (A. Gürses) ise, ‘Bütün insanlar ölümlüdür. M. Kemal de insandır. O halde M. Kemal de ölür. Ve, kimse kusura bakmasın, bu dünyada kimsenin yerine ölemem.’ diyordu.
Geçenlerde bir ’ilginç’ okuyucu, bir yazım üzerine gönderdiği mesajında, ’… sevmediğinizi açıkça söyleyin.. O olmasaydı, biz olur muyduk? Ona minnet borçlu değil miyiz?’ diyordu da, ’Yaratılışımızdan dolayı Hâlık’ımıza -Yaratıcımıza bir sorumluluk ve bizim hayırlı bir çizgide kalmamız için, hayırlı çabalar harcamış olanlara da minnet duyacağımızı’ yazmıştım..
Kaldı ki, bir kimseyi resmî zorlamayla sevmek/ sevmemek nasıl olur? Hem, bundan kime ne?
*Kalblere zorla hükmedebileceklerini sananlar, ancak kendilerini küçültür..
‘Gönül Sultanlığı’ resmî ideolojilerle tesis edilemez. Zorlamalarla, yaldızlamalarla bir toplumu ‘sürü’ haline getirmeye kalkışanlar, kendilerine, topluma; hattâ yaldızladıkları isimlere de kötülük etmiş olurlar.. Kalbleri zorla etkilemeye ve kalblerde olanları okumaya çalışanlar, ancak kendilerini kandırırlar.. Geçen gün, bir tv. kanalında R. Mengi isimli sunucu da, M. Kemal’le ilgili bir filmi tartıştırırken, ’Mustafa’nın nöbetçi askere, ’Gece lambaları söndürmemesini, karanlıkta uyumaktan korktuğu’ nu söylemesini kabul edilemez bir sahne olarak gösterip, ’Benim Atatürk’üm asla korkmaz’’ diyordu, arkaik/ çağdışı bir anlayışla.. Halbuki, karanlıktan korkmak gaayet tabiî bir haldir; bunu, bazı insanları ‘insanüstü’leştirenler bile kabullenemese de..
Nitekim, dünkü yazımın sonuna (habervaktim.com’da) bir okuyucu da, bir tv. proğramından bir kesit aktarıyordu.. ‘-Spiker: Efendim denizaltı personelimiz nasıl eğitiliyor?’
*-Albay: Biz denizaltı kullanmayı, atatürkçülük ışığı ve doktrinleri doğrultusunda laik cumhuriyete bağlı olarak eğitiyoruz.’
Okuyucu şunları ekliyordu: Meselâ komutlar : ‘Laikliğe göre dal! Laikliğe göre torpido koy! Laikliğe göre dümen kıvır! Laikliğe göre hedef belirle! Laikliğe göre ateş! ...Yuh artık...’
Hatırlıyalım, iki sene öncelerde de, başka hiç bir enerji kaynağına ihtiyaç duymadan, kendi kendine çalıştığı ileri sürülen ve ‘çılgın türkler’in müthiş bulgusu diye günlerce, onmilyonlarca lira reklam harcaması yapılarak topluma duyurulan ‘Erge’ ismi verilen ve ‘Con Ahmed’in devr-i daim makinası’ hikayelerini andıran acaib bir cihaz, eski Gen. Kur. Başkanları da dahil, kocaman kocaman generallerin huzurunda, tv. ekranlarından gürültülü bir şekilde dünyaya duyurulurken, bu cihazın ‘Atatürk ilkelerine bağlı olarak çalışacağı’ müjdesi de verilmişti.. Ama, o ‘Erge’nin sonu gelmedi; ya da, sonuna ‘nekon’ eklendi!!.
*Doç. Koçak’ın uzun röportajındaki görüşleri özetlemek bile zor.. Çünkü, son derece ilginç..
Ve o konu hakkında görüş belirten müslümanların başına ne büyük sıkıntılar geldi, 80 yıldır.. Şimdilerde, bazı süzgeçler gevşeyince veya internetlerle aşınınca, alışılmışın dışında anlatımlar da devreye girmeye başladı. Bu süreç, yeni yönlenmeleri de beraberinde getirebilir.
Cemil Koçak’ın topluma 80 yıldır, acaib sublimasyonlarla, ululamalarla sunulan bir kişiyi anlatırken şu cümleleri kurabilmesi bile, az şey değil: '...bütün gençliği, politik arenaya çıkıp yetenek ve becerisini gösterebilmenin kapısını aramakla geçiyor. Ama 1918’e kadar bütün kapılar suratına kapanıyor. ’Büyük hırslarım ideallerim var ama Sofya’da tıkıldık kaldık’ mektubundaki gibi bir gençlik bunalımına yol açıyor bu. Diğerleri gibi İttihadçılar içinde yükseleyim diyor, önünü kapatıyorlar. (…) Enver’in yaptığı gibi padişahın kızını alabilirsem Harbiye Nâzırı olabilir miyim, diyor, yine olmuyor. Fakat tüm bu talihsizlikler Mustafa Kemal’in hayattaki en büyük talihi olmuş. İttihadçı olaylarına karışsaydı Samsun’a gidemezdi çünkü.. Talihi 1918’te açılıyor..’
Hâlâ, 80 yıllık ’kemalist/ laik’ masallarla uyuyanlara, hayırlı uyanmalar dileyerek..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi