‘Örtünme’ açılımı, ‘dinlere dönüş’ eğiliminin so
Sadece bizim toplumumuzda değil, bir ‘bunalımlar çağı’nı yaşayan günümüz toplumlarının hemen herbirisinde de insanlık genel olarak sancılı arayışlar içinde.. Hemen bütün toplumları derinden tehdid eden ‘toxicomanie /uyuşturucu ibtilası, intihar eğilimleri, psikiatrik vak’aların günden güne artması, sadece kendisini düşünme noktasına kadar varan bir egoist ferdiyetçilik; ailelerin küçülmenin de ötesinde, giderek tamamen yokolma eğilimine girmesi, cinsî sapmaların artık uluorta konuşulur değil, sosyal alanda bir ‘üçüncü cins kimliği’ imiş gibi kabul edilme savaşı vermeye kalkışması ve bunun sosyal ahlâk anlayışlarında meydana getirdiği şoke edici darbeleri, vs; evet bütün bunlar toplumlara bir büyük ve derin sosyal travmalar yaşatırken; dünya genelinde de bir, ‘dinlere yönelme eğilimi’ de daha bir göze çarpmakta.. Çünkü, ‘din’ler, böylesine yıkıcı darbeler karşısında yine de sığınılabilecek en sağlıklı ve uzuuun tarih dönemlerinden geçmiş olmanın tecrübî zenginliğine sahib kurumlar.. Bu, bizim toplumuz açısından da aşağı-yukarı öyle.. Hele de son 100 yıl boyunca emperyalist güç odaklarının câzibesine çarpılma derecesinde kapılan ve topluma kendilerini ‘aydın’ diye yaldızlayarak sunanların tam bir tasallutu altında.. Hele de son 80 yıldır boyunca ise, o kesimler bütün bir milleti kendi zevklerine teslim olmaları için oluşturdukları bir takım ilke ve devrimlerin kölesi haline getirmeyi bir de büyük bir medeniyet savaşı olarak göstermişlerdir.. Bu kesimlerin son 100 yıldaki en sürekli ve etkin siyasî örgütlerinin başında da CHP gelir..
Evet, toplum içinde, sadece ‘mütedeyyin’ olanlar değil, hemen herkes de bir takım sancılı arayışlar içinde.. Çünkü, mütedeyyin insanlar, sosyal hayatta yer almak istediklerinde, kendi kimlik ve şahsiyetlerini oluşturan aslî unsurların kendilerinden zorla koparılmasına rıza göstermek, başkalarının fermanlarına, iradelerine boyun eğmek zorunda bırakılmışlardır bu ülkede; hele de 1923’ten beri, resmî bir tahakküm anlayışıyla..
Ama, ‘laik/ kemalist resmî ideoloji’nin dayatmalarına bir ‘din’ gibi bağlananların, toplumdan daha bir dışlanmakta olduklarını görüp, varlıklarını sadece resmî ideoloji gücü ve zorlamassı ve baskısıyla koruyamıyacaklarının görmekten kaynaklanan sancıları da sözkonusu..
Bu sancılı arayışlar, müslümanlarda, laiklerin zevklerine göre bir dindar olunabileceğini sergilemek için acaib şaklabanlıklar yapan tipleri ortaya çıkardığı gibi, laik cenahta da, ‘Biz de müslümanız.. Benim ailemde de şu kadar hacı-hoca vardı...’ nutuklarıyla başlayan psikolojik savunma tavırları geliştirtmekte..
Bir tarafta, onca acımasız resmî baskılara rağmen, inancına bağlı kalmaktan koparılamıyanlar, karşı tarafta ise, hattâ tapınma derecesinde bağlandıkları ideolojilerine rağmen, onunla taban tabana zıdd olsa bile, ‘atalar dini’ rituellerine doğru bir yöneliş..
Bu durum toplumun her iki kesimine de, büyük sosyo-psikolojik travmalar yaşatmakta..
Baykal’ın ‘İslamî örtüye riayet edenler’i de partisine alma yönündeki son açılımı, bu ikinci taifenin ilginö bir örneğidir.. Nitekim o, son Ramazan Bayramı namazı için, torunlarını alıp, dedesinin imamlık yaptığı câmie gitmiş ve bunu, ‘ailesinin o bağlarıyla torunlarının irtibatlarını koparmaması.’ gibi bir gerekçeyle izah etmişti..
Yıllardır, müslüman hanımların inançlarına ve inancını zevk edinerek ortaya koydukları tavırlara karşı en muannid/ inadçı kemalist saldırıların bayrakdarlığını yapanların sonuncularından olan bir Baykal’ın şimdi, hangi niyetle olursa olsun, inancının gereğince örtünmek dikkatindeki hanımlara kapıları açması karşısında, bir niyet okumaya kalkışmadan, konuya sosyo-psikolojik gerçeklerin gücü açısından yaklaşmak gerekiyor..
Tartışmalara, hele de ‘taife-i laicus’ cehahındakilere bir bakalım.. Asıl büyük sosyolojik ‘kırılma’nın o cenahta yaşandığı görülecektir.. Daha düne kadar ‘eyvah, laiklik elden gidiyor..’ diye tutturanlardan nicelerinin şimdi, yelkenleri indirmeye başlamaları bunu göstermektedir.. Onlardan bir ‘vicdan muhasebesi’ yapmak istidadında olanlarının, yarınlarda, artık ‘dün’de kalan zorbalıklarını, kemalist jakobenliklerini ‘dün ne kadar komik ve zorba imişiz..’ diye itiraf edip hayıflanacaklarını bile tasavvur edebilirsiniz.
Mestûre kızlarda korkular uyandırıp, onları sindirmek için, üniversitelerde ‘ikna odaları’ denilen psikolojik baskı mekanları icad eden Nur Serter ve Necla Arat gibi prof. m. vekillerinin, Baykal’ın bu açılımını kabullenmelerinin öyle kolay olmayacağı anlaşılıyor.. Nitekim, Prof. Arat, evvelki akşam, M. A. Birand’a, ‘parti tabanının bu durumdan çok rahatsız olduğunu’ söylüyordu.. Baykal’ın partisinin İst. İl Başkanı ise, ‘Sırça köşklerde siyaset olmaz. Tombaladan milletvekili olacaksın, sonra taban rahatsız diyeceksin. Kim bu taban?’ diyordu..
20 Kasım tarihli Milliyet’te de M. Tamer, ‘CHP’nin başka çaresi var mıydı?’ başlıklı yazısında, son gelişmeleri, 'CHP’nin laik kimliğiyle taban tabana zıt gördükleri için hop oturup hop kalkanlar da var; yerel seçimler için ‘yeni vitrin süsleri’ arayışı ve muhafazakâr kesimden oy çekme kurnazlığı olarak değerlendirenler de...’ diye yorumlarken, ilginç bir tesbitini aktarıyordu: ‘6 ay kadar önce, (...) Çağlayan’da yeni açılan Cumhuriyet Halk Evi’ne birkaç gazeteci arkadaşımla gittiğimizde, hizmet almak için oraya gelen kadınların tümünün başörtülü olduğunu biraz da hayretle görmüştük.(...)Son yıllarda yapılan tüm araştırmalar, Türkiye’de her 3 kadından 2’sinin örtündüğü, örtünen kadınların arttığı, toplumun muhafazakârlaştığı gerçeğini ortaya koyuyor. CHP’nin oyları ise bir türlü % 20 sınırının üzerine çıkamıyor. Yeni bir halk yaratmak mümkün olmadığına göre, mecburen mevcut halkla siyaset yapılacak..’
Cumh. gazetesinden Akbal ve Arcayürek ise, Baykal’a köpürüyorlardı.. Arcayürek, ’Bugün kimseyi kılık kıyafeti ile yargılamayalım dedin mi; üniversitelerde ve kamusal alanda türbana neden karşı çıktığını, bugün söylediğini dün niçin yerine getirmediğini, önceleri kültür muhafazakârlığıyla siyasal tercihi birbirinden neden ayırmadığını, ülkeyi bir baştan öteki başa yıllardır niçin çalkantılara bıraktığını sormazlar mı?’ diyordu.. O. Akbal da farklı şeyler söylemiyordu: ’CHP (…)Kendisini, kişiliğini, geçmişini, seksen beş yıldır savunduğu ilkeleri mi unutmuş, ne olmuşsa olmuş! (…)Daha düne kadar yaptıkları, söyledikleri, savundukları neydi? Başörtüsü uygulamasını yaşama geçirmek isteyen AKP’ye karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak böyle bir girişimin önlenmesini isteyen kimdi, CHP değil mi?’
Milliyet’ten F. Bila da, ‘muhafazakâr seçmenin çantada keklik görülmemesi’ni hatırlatırken, müslüman halkın inancına yıllarca, ‘irtica, yobazlık’ diye saldıran Çölaşan ve Hürr.’den Y. Özdil ise, Baykal’ı destekliyorlar, aferin diyorlardı; iktidar hayalleriyle.. Ama o gibi hayallere yem olanlar, nerede olurlatsa olsunlar, bir ‘artı değer’ ifade etmezler..
Evet, bu yaşananlar, toplumdaki genel eğilimin, sancılı arayışlar içinde ‘dine dönüş’ün çare olarak görülmesinin sonucudur.. Baykal’ın yaptığı da, 85 yıllık ‘laik/kemalist mütegallibe zümresi’ne, ‘tamamen erimekte oldukları’nın ‘muhtıra’sıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.