Tüküreyim uygarlığınıza!..
“Sözün bittiği yer”, ne kadar da sık kullanılır oldu artık.
Daha doğrusu, yaşanılanları ancak bu sözle ifade etme ihtiyacı ne kadar da çok duyulur olmaya başladı...
Sözün bittiği yer; aklın, mantığın ve muhakemenin durduğu, çaresizliğin başladığı yerdir.
Filistin’de, geçtiğimiz Cumartesi günü yaşananlar, ‘sözün bittiği yer’ demeyi, ne kadar da hak ediyor!
2008 yılının son günlerinde; insanların aç, susuz, yakacaksız, elektriksiz yaşamaya mecbur bırakıldığı, ‘dünyanın en büyük açık hava hapishanesi’ne, Gazze’ye uçaklarla saldırdı İsrail.
Güpe gündüz.
İnsanların işlerinde güçlerinde, çocukların okullarında olduğu saatlerde hem de!..
225’den fazla insan hayatını kaybetti.
ABD’nin ‘topal ördek’ yönetimi hariç, bütün dünya olayı ‘kınadı’.
‘Kınama’, ABD’nin yaptığı rezilliğe bakılınca, yine de bir şey!
Ama, Filistinlilerin yaşamak zorunda kaldıkları alabildiğine zor hayat ve başlarına gelen hemen her olaydan; İsrail’in yanında, bütün dünya da sorumlu aslında.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi başta olmak üzere; uluslararası kabul görmüş bütün metinler, İsrail’in yaptığı işe mutlaka bir dur denilmesi gerektiğini söylüyor.
Dünya üzerinde mevcut bütün devletlerin ‘eşit oy hakkıyla’ temsil edildiği söylenen Birleşmiş Milletler başta olmak üzere; bütün uluslararası kuruluşların vazifesi de, bu türden rezilliklere dur demek!..
Ne yapıyorlar peki?..
Kınıyorlar!..
İsrail’in çok da umurundaymış gibi...
Sultan 2. Abdülhamid’in, ‘milyonlarca altına karşılık küçücük bir yurt’ teklifini elinin tersi ile itip: ‘Kanla alınan topraklar ancak kanla verilir’ demesine rağmen; İttihatçılar’ın ‘bir teneke altına’ bölgeyi peşkeş çekmesi ile, Filistin’de söz bitmeye başlamıştı...
İngiliz egemenliğinde, ‘dağdan gelenlerin bağdakileri kovması’ ve dünyanın hemen her tarafından bölgeye akmaya, akıtılmaya başlayan ‘arz-ı mev’ud’ heveslilerinin bölgeyi yavaş yavaş doldurmaları, sözün iyice bitmeye başladığının işareti idi.
Farklılıklarla barış içerisinde birarada yaşamak konusunda tarihin hiçbir döneminde başarı gösterememiş olan Batı, Yahudileri hep 2 ya da 3. sınıf kabul etmiş ve onları sürekli olarak iteleyip kakalamıştı.
Garip bir tecelli; itilip kakılan o insanlar, başta finans olmak üzere birçok alanda başarılı olmanın yollarını bulmuşlar ve batının itip kakmasından kurtulup; batıyı da kendilerinden kurtarmanın yolu olarak, iki bin beş yüz yıllık rüyalarına; Kenan’a yani Filistin’e yerleşmenin tezgahını oluşturmuşlardı.
Batılılar da, kendi günahlarının kefaretini Filistinlilere ödetmeyi ve içlerinde bulundukça sıkıntı veren unsuru o bölgeye ihraç etmeyi, kafalarına koymuşlardı.
Tarihin belki hiçbir döneminde benzeri görülmemiş bir olay yaşandı 1948’de ve İsrail, Cemiyet-i Akvam’ın aldığı bir kararla, mantar gibi bitiverdi.
Birinci Cihan Harbi galiplerinin bölgeye yığdıkları nüfusa, İkinci Cihan Harbi’nin galipleri, bir devlet hediye etmişler; Filistinlileri ise görmezden gelmeyi tercih etmişlerdi.
Bugün artık 1948 sınırlarından, dahası 1967 sınırlarından bahseden yok!..
Hür dünya, 4 milyonu İsrail pençesinde ve bir o kadarı da muhacir olarak yaşayan Filistinliler hususunda kör ve sağır.
Sadece bir ‘kınama’ var ellerinde.
Bo bol, sık sık ‘kınıyorlar’...
Onlar kınadıkça da; saldırganlığını ve vahşetini bir kademe daha ileri götürüyor İsrail.
Oysa 21. Yüzyıldayız.
Uygar bir dünyada yaşadığımız söyleniyor...
Uygar, yani güya medeni... Yani ilk maddesi ‘yaşama hakkı’ olan insan hak ve özgürlüklerine, eşitliğe, demokrasiye; kendi kaderini tayin hakkına saygılı(!) bir dünyada...
Uygarlık dediğiniz bu ise; sürekli olarak yakıp yıkan ve öldüren bir eşkiya’yı sadece cılız bir sesle kınamaksa yani uygarlık:
Tüküreyim uygarlığınıza!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.