Desteksiz atma modası babında... (2)
Cahiliye cühelâsı Tuhaf Gürûh 'un önde giden resmî ideolog-kalemşorlarından sayın bay İlhan Selçuk 'un Cumhuriyet nâm gazetedeki “ Pencere ”sinde başlattığı, aklı sıra mubârek Kur'ân'ı şâhit göstererek Mü'min ve de Mü'mine Müslümanları ona uymamakla suçlama modası çok kısa sürede yayıldı. Önüne gelen, bilen-bilmeyen, çoğu kulaktan dolma bilgilere dayanarak açıyor mubârek Kur'ân'ın bir meâlini ve başlıyor oradan ahkâm kesmeye/fetvâ vermeye! Bilumum mürekkep yalamış/dirsek çürütmüş Mü'min ve de Mü'mine Müslümanlar, hele bir de fikri hür vicdânı hür olanlar bu selîm akıllara durgunluk verici aymazlığa/cehâlete/dalâlete/sapkınlığa gülüp geçmenin ötesinde bir prim vermezler/vermemeleri gerektiğini bilirler ama… Bu modayı çıkartan ve akabinde hemen boruzenliğine/çığırtkanlığına sıvanan tâifeyi, afra-tafralarına, makamlarına, sıfatlarına ve ilâ âhir bakarak, daha doğru bir deyişle aldanarak ciddîye alan, dahası, onları mutlaka ciddîye alınması gereken “ fikir adamları ”(!) zanneden çok sayıda insan var mahzûn ve de mazlûm memleketimizde! Üstelik bu insanların çok büyük bir kısmı – tecrübelerimin ve gözlemlerimin gösterdiği kadarıyla - samîmî olarak Âlemlerin Rabbi Yüce Allah'ın, azze ve celle, varlığına ve birliğine, Muazzez Peygamberimizin (s.a.v.) son peygamber olduğuna îmân ettikleri, hatta O'nu (s.a.v) çok sevdikleri, kendilerini “ Müslüman ” olarak tanımlayıp “ Müslüman ” olarak algıladıkları, mubârek Ramazan'da oruç tuttukları, zaman zaman namaz da kıldıkları, yani abdest almayı, kâfî miktarda mubârek âyet-i kerîmeyi/kısa sûre-i celîleleri ezbere bildikleri hâlde, mubârek Kur'ân'ı anlamak ve iyice içselleştirip hayatlarını/şahsiyetlerini onunla inşa etmek maksadıyla hiç okumamışlardır/okumazlar! Bir başka deyişle Âlemlerin Rabbi Yüce Allah'ın, azze ve celle , dîni İslâm'la samîmî ama son derece sathî/yüzeysel, hemen hepsi de kulaktan dolma bilgilere dayalı bir ilişki içindedirler (Tabiî bu sathîliğin/yüzeyselliğin sahih bir “ samîmîyet ”le ne kadar bağdaştırılabileceğinin/ilişkilendirilebileceğinin de mutlaka, büyük bir hassâsiyet ve ciddîyetle irdelenmesi/sorgulanması şarttır!). Konu dîn olunca, hele bir de sıfat/makam/mevkî sahibi kişiler bu konuda şaşırtıcı/çarpıcı şeyler yazınca, hazırlop bilgi elde etme alışkanlıkları galebe çalar ve yazılanları mubârek Kur'ân'la sağlama ihtiyâcını hiç duymadan, doğru ve geçerli kabûl ederler! Hatta kimileri “Meğer biz yanlış biliyormuşuz!” diye sahip oldukları son doğru bilgi kırıntılarını bile derhal terk etmeye hazırdır/terk eder! Mes'ele bu! Birileri bu Câhiliye cühelâsı, ikiyüzlü, ukalâ ve küstah tâifenin gerçek yüzünü ortaya çıkartıp samîmî insanların onlara inanarak sapkınlığa sürüklenmelerini mutlaka engellemek durumundadır! (Hoş, o Câhiliye cühelâsı kalemşorları ve yazdıkları gazeteleri okuyanlar genellikle şerefli Vakit gazetemizi okumazlar/okumaktan çekinirler ama… Ben yine de, onlara karşı vazifemi yerine getirmek durumunda olduğuma inanıyorum!) İmdiii… Bu Câhiliye cühelâsı kalemşor tâifesi mubârek Kur'ân'dan yola çıkarak yazdıkları yazılarda sözü dönüp dolaştırıp şuraya getirir: “ İslâmî tesettürün –ki onlar buna ısrarla ve inatla “ türban ” diyorlar, dillerini eşşek arısı soksun!-, Kur'ânî/şer'î bir hüküm olduğunu, dolayısıyla da Mü'min/Mü'mine Müslümanlar olarak buna uymak zorunda olduğunuz için örtündüğünüzü/örtünmeyi savunduğunuzu söylüyorsunuz. Peki birçok Kur'ânî/şer'î hükme apaçık aykırı olan hükümler içerdikleri hâlde, Medenî Kanun'u, Borçlar Yasası'nı, aile ve miras hukukunu neden ve nasıl itirâzsız kabûl ediyorsunuz? Bu konuda hiç gıkınız çıkmadığına göre, demek siz ikiyüzlü yalancılarsınız !” Hatta sayın bay İlhan Selçuk iyice gemi azıya alıp gözü dönmüş bir azgınlık/öfke nöbeti içinde: “ Bunlar Müslüman değil, kutsal Müslümanlığı kullananlardır. Topu cehennemliktir !” diye fetvâ savuruyor hiç utanmadan-sıkılmadan (Cumhuriyet/18.11.2007)! Breh, breh, breh! Ucuz efelik, sosyete mahallesi kabadayılığı tam da böyle olur! Sen önce hukukun düzenlenmesinde, memleketin yönetiminde mubârek Kur'ân'ı/şeri'âti esas almayı en büyük suç, vatan-millet hâinliği ilân edip en ağır yaptırımlarla cezalandıracak, hatta bu konuda gerekirse askerî diktatorya zulmünü bile meşrû kabûl edecek, onu açıkça memlekete el koymaya davet edecek kadar ileri gidebilen bir zihniyeti, dikine perdah bir laik ideolojiyi hâkim kılacaksın; özel hayatında bile Kur'ân'ı/şeri'âti esas alanların üzerinde baskının/zulmün her türlüsünü gizli-açık uygulayarak mahzûn ve de mazlûm memleketimizin aslî sahibi/aslî milleti olan bilumum Mü'min ve de Mü'mine Müslümanları canlarından bezdireceksin, onları en büyük tehlike olarak göstereceksin – sonra da her şeyin mutlaka Âlemlerin Rabbi Yüce Allah'ın, azze ve celle, dîni İslâm'ın şeri'âtiyle uyum içinde olmasını ısrarla savunmadığı, apaçık bâtıl olana boyun eğdiği için Mü'min ve Mü'mine Müslümanı ikiyüzlükle/yalancılıkla suçlayacaksın! Öyle mi? Senin asıl derdin/dâvân belli! Mü'min ve Mü'mine Müslümanı çirkef tavrın ve sapkın yazılarınla “ provoke ” etmek/kışkırtmak, sonra da bu mel'ûn ve de meş'ûm “ provokasyon ”/kışkırtma zokasını yutanları “ Şeri'ât uyumlu olmayan yasalara uymayız !” diye sokaklara/meydânlara döküp bilumum Mü'min ve Mü'mine Müslümanları bir kalemde, kanlı bir darbeyle ortadan kaldırmak: ya zindana tıkmak, ya da katletmek! “ Aslî Millet ”in irâdesine kaptırdığın iktidârı ancak bu yolla yeniden elde edebileceğini umuyorsun! Yemezler! Medenî cesâretin varsa, eşit şartlarda, herkesin doğru/Hak olduğuna inandığını hiçbir tahdîde/tehdîde marûz kalmaksızın “ alternatif ” olarak apaçık ortaya koyabileceği ortamı hazırla! Ama sen bunu asla yapamayacak kadar korkak ve alabildiğine ikiyüzlüsün! İyi bil ve sakın unutma: biz hep teyakkuz hâlindeyiz ve hep müteyakkız kalacağız! A.İHSAN KARAHASANOĞLU Siz seçerken, yazılı da sözlü de yapmıyorsunuz ki! İki hafta önce, Hakimler ve Savcılar Kanunu ile ilgili tartışmalar doruk noktada iken YARSAV'ın yaptığı açıklamayı eleştirmiş ve “Yüzde 10 ile, yüzde 43'lük kadrolaşma!” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Hakim ve savcıların, şu an kurulmuş tek derneği olan YARSAV'ın internet sitesinde, kendileri ile ilgili hemen hemen tüm yazılar alındığı için, bu köşe yazısı da alıntılanmış. Ama bir şerh düşülmüş.. Önce yazının hemen başlığının altına, (NOT: Bu ve benzeri yazılar için, yazının sonundaki açıklama bölümüne bakınız) şerhi düşülmüş.. Yazının sonuna da, “AÇIKLAMA” başlığı ile bilgilendirme notu eklenmiş. Açıklamada aynen şöyle deniliyor: “YARSAV tarafından gerçek durumu yansıtmayan ve bir örneği yukarıda da yer alan içerikteki yazılara yanıt verilmesi gereği duyulmamaktadır. Bu yazıların aynı isimlerce gündemde tutulmaya çalışılması karşısında bu açıklama yazısı konulmuştur. YARSAV hakkında çıkan ve ulaşılabilen tüm yazılar sitemize konulmaktadır. Bu yazıların gerçek durumu yansıtıp yansıtmadığı, sitede yer alan faaliyetler ve tüm yazılar incelendiğinde zaten hiçbir yoruma gerek duymaksızın ortaya çıkmaktadır. Yukarıda yer alan içerikteki yazıların sitede yer alması, hiçbir zaman bu yazı içeriklerinin onaylandığı anlamını taşımamakta olup, amacımız, YARSAV ile ilgili değerlendirmenin okuyucular tarafından daha objektif olarak yapılması ve eleştirileri yapanların görülebilmesine yöneliktir.” İki gün önce, benzer bir yazı kaleme alırken gördüğüm bu açıklama üzerine, hemen birkaç soruluk mailimi YARSAV'a gönderdim.. Yazımı da erteledim. Aradan iki gün geçti, henüz gelen bir cevap yok. O mailimi de, şimdi sizinle paylaşmak isterim: “Sayın yetkili. Vakit gazetesinde yayınladığım yazının, bir not ile sitenizde yayınlandığını gördüm. Öneriniz üzerine sitenizdeki diğer yazıları da okudum. Ancak, eleştirime cevaben somut bir bilgi bulamadım. Konunun gündemde kalmaya devam etmesi sebebi ile, benzer bir eleştiriyi tekrar yapmadan önce, somut açıklamanızı merak ettiğimden, bu notumu gönderiyorum. Sorum şu: 1) YARSAV'ın toplam üye sayısı kaçtır? 2) HSYK'nın son seçiminde, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçilen isimlerin içinde kaç tanesi YARSAV üyesidir? 3) Yargıtay ve Danıştay'a seçilebilmek için objektif şartları taşıyan hakim/savcı toplamı kaçtır?” Öyle ya, “ gerçek durumu yansıtmayan” türünden suçlamalarla, “ yanıt verilmesi gereği duyulmamaktadır.” nevinden açıklamalarla, “ Bu yazıların gerçek durumu yansıtıp yansıtmadığı, sitede yer alan faaliyetler ve tüm yazılar incelendiğinde zaten hiçbir yoruma gerek duymaksızın ortaya çıkmaktadır.” cinsinden geçiştirmelerle kapanmıyor bu dosyalar.. Ben açtım, YARSAV'ın internet sitesini tümüyle inceledim. Adresini vereyim, meraklı okuyucularımız da bir baksınlar: www.yarsav.org.tr... Bakalım, bizim sorduğumuz sorulara gerçekten cevap var mı? Ondan sonra hop oturup, hop kalkıp yaptıkları “Hakimler ve Savcılar Kanunu ile yargıda kadrolaşma oluyor” eleştirilerine doğru bir açıdan yaklaşabiliriz. Cizre'ye bir hakim, savcı atamak için ÖSYM sınav yapıyor. Kazananları AdaletBakanlığı mülakata alıyor. Buna rağmen, bu seçim beğenilmiyor, kadrolaşma iddiasında bulunuluyor! Ama hakim ve savcı alımında tek yetkili olması istenen HSYK, bir görüşten hakim-savcıların buluştuğu dernek üyelerini büyük oranda yüksek yargıya seçiyor, diğerlerine yüz vermiyor.. Ve objektiflik adına, bizim önümüze bu usul konuluyor! Affedersiniz beyler, yeni kanundaki usul ile, gerçekten kadrolaşma oluyorsa, ÖSYM'nin imtihanını nasıl kazanacak kadrolaşacak adaylar? Siz cevap vermek için düşünürken, asıl kadrolaşmanın nasıl olduğunu ben aktarayım size. Hakim alımında yazılı imtihan var ve bunu ÖSYM yapıyor. Peki yüksek yargıya üye seçilirken hangi imtihan yapılıyor? Hık mık.. Söyleyin söyleyin, hangi imtihanı yapıyorsunuz, Yargıtay-Danıştay üyelerini seçerken? Efendim?.. Duyamadım.. Yüksek sesle söylesenize.. Hani avazınız çıktığı kadar bağırarak, “Hakimler ve SavcılarKanunu ile, AKParti kadrolaşmaktadır” diye itiraz ediyorsunuz ya.. O haykırıştan ödünç aldığınız, şöyle azıcık da olsa, ama duyulacak kadar bir sesle verin cevabınızı.. Öğrenelim bakalım, yüksek yargıya üye seçerken, hangi imtihanı yapıyorsunuz? Ben okuyucularıma söyleyeyim; ne yazılı var, ne de sözlü.. İmtihan mimtihan yok.. 7 kişilik HSYK'da 4 üyenin arzusu kimden yana ise, öyle seçiliyor üyeler! Sonra da kalkmış, “ÖSYM'nin imtihanını kazananların katılacağı mülakatı bakanlık yapıyor” diye itiraz ediyorlar.. Oysa önerdikleri HSYK, ne yazılı, ne sözlü, hiçbir şey yapmıyor! Hem de, bir ilçenin hakimini değil, Yargıtay'ın üyesini seçerken! Bilmem anlatabildim mi? Türban mı, başörtüsü mü?.. Çözümü engelleyen kim? Türban mı, başörtüsü mü?... Son günlerde, bazıları, akılları sıra "türban" ile "başörtüsü" nü birbirinden ayırmaya çalışarak, "yasakçılıklarına haklılık" kazandırmaya, "zorbalıklarına kılıf" bulmaya çalışıyorlar... Bu tavır; "Biz başörtüsüne değil, türbana karşıyız" diyen laikçi taifenin "hedef saptırma" çabasından başka bir şey değil... Onlar, aslında; "türban" a da karşı, "başörtüsü" ne de!.. Onlar, "örtünme" nin her şekline karşılar!.. Kaldı ki; bu ülke insanı, hiçbir zaman "türban" demedi... İnsanımızın dilinde, "baş bağlamak" var, "baş örtmek" var, ama "türban takmak" asla olmadı!.. TÜRBAN'I HÜRRİYET İCAT ETTİ! Evet, bu milletin dilinde "yazma" var, "yaşmak" var, "tülbent" var, ama hiçbir zaman "türban" olmadı!.. "Türban" kelimesini gündeme getiren, Hürriyet 'ten başkası değil!.. İşin acayip ve garip tarafı; "Başörtüsüne türbanlı çözüm" deyip, bu ülkenin gündemine "türban" ı sokan onlar, "Biz aslında başörtüsüne değil, türbana karşıyız" diyen yine onlar!.. Düne kadar, kendi icatları olan "türban" ı hedef alıp, ona saldırmak için; "İrtica sembolü!.. Siyasal İslâm'ın sembolü!" gibi yaftalar kullanan zihniyet, bir adım daha ileri gidip, şimdi de aynı türban için "nefret sembolü" demeye başladı!.. Hem de, komünizmin sembolü "Kızıl Bayrak" dergisini satan "türbanlı(!) kız" fotoğrafını bahane ederek!.. GERÇEKTEN ÇÖZÜM İSTİYORLAR MI? Ertuğrul Özkök , önceki günkü yazısına şöyle başlıyordu: "Son günlerde bu soru yakama yapıştı. "Türban siyasal bir simge olmaktan çıkıp bir nefret simgesi haline mi dönüşüyor? Yani zenginlerden, hakim sınıflardan, Nişantaşı'ndan intikam alma duygusunun üniforması mı oluyor?" Bir "savcı edası" yla bu soruyu soran Ertuğrul, bir "hakim" gibi "hüküm" verdiği yazısını şöyle bitiriyordu: "Çünkü türban, siyasal bir nefretin ifadesi haline gelmiştir ve buna Anayasal teminat getirmek, "mahalle ve arkadaş baskısını" meşrulaştırmak anlamına gelecektir. Bu da Türkiye'yi, çok uzun süre çözemeyeceği sosyal sorunlara, kavgalara götürecektir. AKP yöneticileri, eğer türban konusunu "Allah tarafından kendilerine yüklenmiş bir misyon" olarak görmüyorlarsa, bu konuyu bir kere daha dikkatle düşünmelidirler. Bir inanç sembolü, nefret sembolü haline dönüşüyorsa, çok tehlikeli bir dönem başlıyor demektir." Ertuğrul'a sadece şu soruyu sormak istiyorum: Başörtüsünü bir "inanç sembolü" olarak kabul ediyor musun?.. Ve "sorunun çözülmesini" samimi olarak gerçekten istiyor musun?.. Yoksa, "irtica" haberleri ile Hükümet'in elini-kolunu bağlayıp "patronunun rantına rant katmak" mı istiyorsun?.. ERTUĞRUL'UN 2 AY ÖNCEKİ YAZISI Şimdilik sadece bu kadarla yetinip, "2 ay öncesi" ne gitmek istiyorum. Tarih 3 Ekim 2007 ... İsmet Berkan, Radikal'deki köşesinde şunları yazmıştı: "Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başta olmak üzere katı laiklik yanlılarına göre, başörtülü kadınlar evlerinde durmalı, üniversitede eğitim görmemeli, bunun doğal sonucu olarak mesleksiz ev kadınları olmalıdırlar." Berkan'a ertesi gün cevap veren Ertuğrul Özkök ise; "Ya o babalar ve kocalar" dedikten sonra, yazısını şöyle bitirmişti: " Eğer onu Berkan'ın dediği gibi gerçekten "başörtüsü" olarak kabul ediyorsak, türbanı başörtüsü gibi bağlamak, iyi niyeti göstermek açısından güzel bir adım olmaz mı? Yani diyeceğim, bu kızların okuyamama sorumluluğunu Sezer'in üzerine yıkmak, o babalara, erkek kardeşlere, kocalara sorumluluklarını hiç hatırlatmamak adil bir gazetecilik olmuyor." YIL 2002... ANKARA'DA BİR GÖRÜŞME Ertuğrul Özkök, "2 ay önceki görüşü" nde samimi ise, yani, "türbanı(!) başörtüsü gibi bağlama" nın, "iyi niyeti göstermek açısından güzel bir adım" olduğunu düşünüyorsa, kendisine "tarihi bir anekdot" aktarmak istiyorum!.. Ki, "türbanlıya nefret" in nasıl ve kimden kaynaklandığını öğrensin!.. Ve tabiî, "çözümü kimin engellediğini" de!.. Yıl, 2002 'nin başları... Yine böyle, "başörtüsü yasağı" nın yoğun olarak tartışıldığı günler!.. Genel Yayın Koordinatörümüz Mustafa Karahasanoğlu ağabey, "randevu" alıp, Ankara 'ya gidiyor. İktidarda, ANASOL-M Hükümeti vardır!.. Görüşeceği kişi, o dönemde "Ecevit'in sağ kolu" ve "Ecevit'in manevi evladı" olarak bilinen DSP 'nin iki numaralı ismi Hüsamettin Özkan 'dan başkası değildir!.. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, karşısında "sakallı" birini görünce, biraz panikler... Hele de bu kişi, "Vakit'in Genel Yayın Koordinatörü" ise!.. Uzatmayalım... Sohbet başlar!.. Mustafa Karahasanoğlu ağabey , gayet açık ve net söyler "çözüm teklifi" ni.. Der ki; "Başörtüsü yasağı konusunda, herkes topu birbirine atıyor!.. Hemen herkes; BAŞÖRTÜSÜ'ne değil de, TÜRBAN'a karşı çıktığını söylüyor!.. Bu söylemler arasında da, meselenin özü kaybolup gidiyor!.. Sizin hükümetiniz, bu probleme gerçekten çözüm bulmak istiyorsa, nasıl çözüm bulmak istiyorsa, bunu net olarak ortaya koysun!.. Bugünlerde kimi TAVŞAN KULAK modelinden bahsediyor, kimi KUZU KULAĞI modelinden!.. Bizim, gazete olarak tavrımız net: Tesettüre uygun olmak kaydıyla; hangi şekil ve model olursa, biz varız!.. İşte size söz: Yeter ki saçların görünmeyeceği bir model olsun, biz destekleyeceğiz!" Bir de "teminat" verir Mustafa ağabey; "Bu problem, bir kangren haline gelmekten kurtulsun... Bunun için, biz üzerimize düşeni yapmaya, Ecevit başkanlığında olsa bile, bu Hükümet'e destek vermeye hazırız!.. Herhangi bir eleştiri gelirse, olayı başka mecralara çekmek isteyen olursa; risk alır, onlara da karşı çıkarız!" Bunları söyleyen Mustafa Karahasanoğlu ağabey, yanında götürdüğü "örtünme modelleri" ni koyar masaya... 10 kadar örtünme şeklini gösteren modeller, karikatüristimiz Kemal Güler tarafından çizilmiştir!.. "Alın" der, "Bu modellerden hangisine aklınız yattıysa, onu seçin!.. Veya siz bir model bulun!.. Yeter ki; yıllardır kanayan bu yaraya bir merhem olalım." Evet, Mustafa ağabey bunları söyler. Son söz olarak da, "Çözüme varız" der!.. Başbakanlık binasındaki bu görüşme, "sabahın ilk saatlerinde" gerçekleşir!.. Odada, Hüsamettin Özkan 'ın yanı sıra, o dönemde DSP Afyon Milletvekili olan Gaffar Yakın da bulunmaktadır!.. Konuşmalara o da şahit olur!.. Hüsamettin Özkan , görüşmeden son derece memnun olmuştur... "Enteresan" der, "Vakit'ten böyle bir teklifin gelmesi son derece enteresan!.. Bu teklifinizi ilgili yerlerle görüşecek ve bir model üzerinde anlaşmaya varılmasını sağlamaya çalışacağım!" Sonra da, "biraz ürkek" karşıladığı Mustafa ağabeyi "kapıya kadar" uğurlar!.. BEKLENEN SES, SİVAS GÜRÜN'DEN! Mustafa ağabey, son derece "umutlu" döner İstanbul'a... “Hüsamettin Bey'i son derece istekli gördüm...” der, “Bu iş, galiba yakında çözülecek!” Bizler, "olumlu bir işaret" beklemeye başlamıştık ki, “beklenen ses” Sivas 'ın Gürün ilçesinden geldi. Ya da, biz öyle yorumladık!.. O günlerde 2. Ordu Komutanı olan Org. Edip Başer, 29 Mayıs 2002' de Sivas/Gürün' de katıldığı törenlerde diyordu ki: ¥ “Ordunun dine karşı olduğunu iddia edenler ve Atatürk'ün dinsiz olduğunu söyleyenler olabilir!.. Böyle bir şeyin olması elbette mümkün değil. Maalesef bazı kötü niyetli ve art düşünceli insanlar, bunları dahi sizlere söyleyeceklerdir. Bu ordu kimin nesi, nereden aldık getirdik bu orduyu, Avrupa'dan mı ithal ettik? Bu ordu, Hacı İsmail Efendi'nin torunlarından biri olan kişinin okuyup, askeri okullarda paşa olmasından, ordu komutanı olmasından ve bunun gibi daha nicelerinden oluşur. İşte sayın paşalarımız buradalar. Sizler gibi köyden ve kentten kopup gelen insanlar. Bütün bu insanlar dindar ise, bu ordu nasıl dinsiz olur? Onlara bunu sormak lazım. ‘Orduya niye dinsiz diyorsunuz?' diye.” ¥ “Ordu, başörtüsüne karşı değil. Ordu, başörtüsünü belli bir biçimin siyasi amaçlarla istismar etmesine karşı. Ordu, dini inançların da sömürülmesine karşı. Çünkü ordu dine saygılıdır!” ÇÖZÜMÜN BOĞULDUĞU GÜN! “İşte” demiştik; “İşte çözümün işaretleri!” Bu sözleri o kadar “iyi niyetle” yorumlamıştık ki; “Demek ki” dedik, “Hüsamettin Bey sözünü tuttu... Görüşeceğini söylediği ilgili yerler, askerler olsa gerek.. Demek ki Edip Paşa'yla görüştü, o da mesajın alındığını söylüyor!” Beklemeye başladık... Koskoca 2. Ordu Komutanı “Ordu, başörtüsüne karşı değil!” dediğine göre, demek ki çözüm çok yakın!.. Kulağımız kirişte... “Türkiye'yi mutlu edecek” ve “gerilimi sona erdirecek” bir adım atılmasını bekliyoruz!.. Aaa, o da ne?.. 29 Mayıs' ta “Ordu, başörtüsüne karşı değil” diyen Org. Edip Başer, Ağustos başındaki Yüksek Askeri Şûra'da “emekli” ediliverdi, iyi mi?.. Yani, sizin anlayacağınız; Umduğumuz “dağ” lara yine “kar” lar yağdı!.. Daha daha sonra olanlar ise, hepinizin malumu!.. Org. Edip Başer' in emekliye ayrılmasının ardından, bu defa da “DSP'de parçalanma süreci” başladı... Hüsamettin Özkan ile Ecevit'in arası açıldı!.. Bir grup, DSP'den ayrılıp, YTP' yi kurdu, MHP “erken seçim” istedi filan derken, Türkiye yepyeni bir döneme girdi!.. Tabii bu arada; “Başörtüsü” de unutuldu, “belli bir biçim” in istismar edilmesi söylemleri de!.. "Öz" de unutuldu,. "şekil" de!.. "Sorun" da unutuldu, "çözüm" de!.. ÖRTÜYÜ ASIL İSTİSMAR EDEN KİM? Ertuğrul'a demek istediğim şu: "Kızların okuyamama" sorumluluğu "biz" e yıkılamaz!.. Biz, yani Vakit gazetesi; biz, yani başörtülülerin derdini dert edinen bu gazete; sadece "söylem" le değil; aktardığım olayda görüleceği gibi "eylem" le de çözüm için uğraştı!.. Mustafa ağabey, Ankara'ya gitti, karikatürist arkadaşımız Kemal Güler 'in çizdiği "başörtüsü bağlama modelleri" ni teklif etti Hüsamettin Özkan 'a!.. Evet, biz; böyle davranmakla "türbanı başörtüsü gibi bağlamaya" da destek vereceğimizi gösterdik!.. Eğer , bütün bunlar Ertuğrul'un dediği gibi "iyi niyet göstergesi" sayılacaksa; bu ülkede "iyi niyeti göstermek" açısından "ilk adım" ı atan biz olduk!.. Sonuç ortada!.. "Çözüm" lâfını ağzına alanlar gitti!.. Şimdi sormak istiyorum Ertuğrul'a; "Türbanı, siyasal bir nefretin simgesi" haline getiren kimdir?.. Başındaki "örtü" ye kesinlikle "türban" demeyen insanlar mı, yoksa "başörtüsünü türbanlaştıranlar" mı?.. Veya, veya; Başörtüsü yasağını bir "rant" aracına dönüştürenler mi?.. Ertuğrul şunu iyi bil: Bu ülke için, "kafasına örtü takanlar" asla dert olmaz... Bu ülke için asıl dert, "kafasını örtüye takanlar" dır!.. "Siyasal bir nefretin sembolü" olanlar, “kafalarını örtü ile bozanlar” dır!.. "Dinin bir emri" olan örtüyü "siyasallaştıran" da onlardan başkası değildir!.. Bir "binbaşı" ki, "kürsüde ödül bekleyen başörtülü" kız çocuğuna "indirin onu" diye bağırıyorsa, "nefretin simgesi" ni başka yerlerde aramaya herhalde gerek yok!.. Bilmem, anlatabildim mi Ertuğrul?!? Türban, neyi örtüyor? “Türban, neyi örtüyor?..” Bu "maksatlı" soru yıllardır soruldu... Türbanın altında, "bit yeniği" ve "çapanoğlu " arayanlar oldu... Oysa türban, sadece "saçları" örtüyordu... Ama, "türbanlıya nefret" haberleri ile "asıl nelerin örtülmeye çalışıldığını" şu haber gözler önüne seriyor: “ABD'nin ekonomi dergisi Forbes'in 2001 yılı dünyanın en zenginleri listesinde Aydın Doğan, 620. sırada yer almıştı. Aynı Aydın Doğan, 2006 yılında ise 618. sıraya yükseldi... Economist Dergisi'nin ‘En zengin 100 Türk' araştırmasının bu yılki sonuçlarına göre ise, Aydın Doğan'ın serveti 8 milyar dolara yaklaştı. Aydın Doğan, Türkiye'nin en zenginleri listesinde 7. sıradan 3. sıraya yükseldi.” Şimdi anladınız mı "İrtica!.. Türban... Cami!.. Ayet!.. Kurban... Namaz molası... Mahalle baskısı!" haberlerinin neleri örttüğünü!.. Tam bir "cambaza bak" taktiği!.. "Türkiye geri gidiyor" dedikçe, "Patron, tam gaz ileri gidiyor" maşallah!..