Annapolis'ten Gazze'ye: Sinsi bir plan…
İsrail'in Filistin'e yaptığı saldırıyı özellikle Gazze'den ibaretmiş gibi gösterdiği son katliamı masumlaştırma çabaları ve buna verilen destek işlenen cinayetler kadar insanlık adına yüz kızartıcı... Rice'ın “bu kadar insan yoğunluğunun olduğu yerde sivil kayıplar kaçınılmaz” demesiyle katledilen bebekler için “zaten büyüyünce terörist olacaklardı” demek arasında hiç fark yok. İnsanlık çizgisinin bu denli aşağılarda seyrettiği örneklerin sadece Türkiye dışında olduğunu düşünmek de ayrı bir gaflet. Adeta İsrail adına “nüfuz casusluğu”na soyunan çevrelerin gazetelerine yansıyan dili iyi okumalı. İsrailli çocuk katillerinden daha masum değil ama daha sinsice… Hamas teröristmiş, füze atmasaymış İsrail bu cinayetleri işlemeyecekmiş…
Sanki işgal edilen topraklar Filistin değil de İsrail, sanki özgürlükleri ve topraklarının işgalden kurtarılması için mücadele etmek gibi en asil tavrı sergileyenler Filistinliler değil de İsrail ordusu. Ya da Gazze'de açlık ve yoklukla hayat mücadelesi verenler ve buna rağmen teslim olmamak, direnmek gibi tarihin şeref sayfalarına geçecek mücadeleyi verenler Filistinlilerden başkası. Bu mücadelede özgürlükten yana olmakla cinayet şebekesine alkış tutmak arasında bir çizgi çizildi.
Münir Şefik Filistin mücadelesi içinde önemli bir isim. Hıristiyan kökeni, Marksist gençlik yılları; Arafat'la beraber sosyalist Arap milliyetçisi çizgisiyle Filistin hareketinin içinden geçtiği tüm maceralarım tümünden geçmiş biri… Daha sonra ihtida eden, İslami bir dünya görüşüne sahip olan muhalif bir aydın. Filistin konusundan İslam dünyasının düşünce sorunlarına kadar çok farklı alanda yazıyor.
Geçen hafta sonu basından bir grupla beraber Filistin ve özellikle de Hamas ve israil'in Gazze saldırıları üzerine yoğunlaşan bir sohbet imkanı bulduk. İsrail'in Gazze'ye yaptığı saldırıların hedefini çözümlemek açısından hayli farklı ve bir o kadar da açıklayıcı çözümlemeler yaptı. Filistin mücadelesinin tarihini, tarafları ve aktörlerin tutumlarını her yönüyle bilen bir aydın olarak yaptığı açıklamalar ufuk açıcıydı.
Münir Şefik'in en dikkate değer tespitlerinden biri Gazze saldırısının temeli olarak Annapolis'te varılan (gizli) uzlaşmanın bir sonucu oluşuna dikkat çekmesiydi. Esas olarak mültecilerin konumuyla alakalı olan bu anlaşma Ortadoğu dengelerini etkileyecek önemdedir. Oslo'dan beri İsrail-Filistin arasındaki görüşmelerin en temel iki temel başlıktan biri Kudüs meselesi, diğeri ise mültecilerin evlerine geri dönmesidir. İsrail, gerek Kudüs gerekse mülteciler konusuna esastan görüşmeyi hep erteleyerek sürekli oyalama taktiği izledi. Ve “Barış Süreci” denilen sahte uzlaşma zemini temel sorunları tartışmaya bile açmadan kapandı. Bu konuları konuşmak isteyen Filistinliler ise bir şekilde devre dışı bırakıldı. Arafat'ın bunca uzlaşmacılığına rağmen bir anda “kötü adam” olmasının nedenlerinden biri budur.
1948 den başlamak üzere ve 1967 işgalinden sonra da katlanarak artan sayıda Filistinli Arap değişik ülkelerde mülteci olarak kamplarda yaşıyor. Bunların vatandaşlıkları olmadığı gibi, bulundukları ülkelerde mülk edinme gibi temel haklardan yoksun olmalarına karşın işgal altındaki bölgedeki taşınmazlarının da uluslar arası hukuk gereği mülkiyetini, ellerinde tutuyorlar… İsrail'in en büyük korkusu bu mültecilerin uluslar arası baskıyla yasal haklarına kavuşarak evlerine dönmeleridir. Demografik yapının değişmesinden ve Yahudi ırkına dayalı bir devlet olma özelliğini yitirmekten korkan İsrail yöneticileri bunu engellemek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Münir Şefik bu konuda Annapolis'te bir anlaşmaya varıldığını iddia ediyor. Bu gizli anlaşmaya göre mültecilerin geri dönmesi şartından Araplar vazgeçmeye ikna edilmiş durumdalar. Mahmud Abbas ve bölge ülkeleri tek taraflı olarak mültecilerin evlerine dönme ve oradaki mülkleri üzerindeki haklarından vazgeçme konusunda anlaşmış bulunuyorlar. Yani Filistinli sürgünler hem yurtlarına dönmekten hem de oradaki mal varlıklarından feragat edecekleri bir anlaşmaya zorlanmaktadır.
Bunun karşılığında bulundukları ülkenin yasal vatandaşı olma hakkı verilecek. Yani İsrail milyonlarca Filistinli sürmenin bedelinden kurtulacak hem de onları bulundukları ülkenin sorumluluğuna vererek büyük bir yükten kurtulmuş olacak. Üstelik mültecilerin tüm mallarına el koyarak.
Bu anlaşmanın uygulanabilmesi için iki devletli çözüm adı altında geliştirilen formül gereği bir Filistin devletinin kurulması gerekiyor. Oslo sürecinden beri İsrail adına polislik yapmaktan başka işlevi olmayan Filistin yönetimi ve ona ayrılan alanının devletten çok güney Afrika ırkçı devletinin formülüne benzer bir sömürge yapılanması olduğu çok net ortada.
Filistinlilerin sürüldükleri ülkede kalarak geri dönüş umutlarının tümüyle ortadan kaldırılması planı karşılığında açık hava hapishanesinden farksız (Gazze'de olduğu gibi) bir yapı kurulması öneriliyor. Bu durumda ikinci aşama devreye giriyor. Hiç de gizli olmayan ve alenen tartışılan ikinci plan ise şu: İsrail'de yaşayan ve vatandaş statüsündeki Arapların kurulacak olan “Filistin devleti”ne sürülmeleri… Daha önce yurtlarından zorla sürdüğü Filistinlilerin geri dönmesi bir yana, işgal edilmiş de olsa doğdukları topraklarda kalanların yeniden sürülmeleri planı yüksek sesle dillendiriliyor.
Bu noktada Münir Şefik, Hamas bu plana baştan karşı çıktığı için ortadan kaldırılmak istendiğinin altını çiziyor. Bu katliamın suç ortakları arasında Mısır, S. Arabistan gibi ülkelerle içerde Abbas ve çevresindekileri gösteriyor.
Mülteciler meselesi ve kurulacak Filistin devletinin yeri. Ve sınırları konusunu iyi takip etmeli. Şeria Nehri'nin doğusunda bir Filistin devleti fikrinin uygulamaya konması halinde Ürdün'ün durumu çok belirleyici olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.