Serdar Demirel

Serdar Demirel

Türkiye nereye evriliyor?

Türkiye nereye evriliyor?

Son dönemlerde ülkede 'devrim niteliğinde' gelişmeler yaşanıyor. Devrim niteliğinde dememizin sebebi, kendini devletin sahibi gören kurumların, ulus devlet anlayışına binâen, “tartışılması dahi yasak!” addettiği bazı meselelerin, sessiz sedasız aşılması ve ne yaparsa yapsın “lâyüs’el” konumunda olan dokunulmaz devlet ricâline dokunulmaya başlanmasıdır.
İlk olarak değinmek istediğim, TRT bünyesinde hükümetin başlatmış olduğu Kürtçe tv kanalı açılımıdır. Yani, TRT Şeş.
Kürt meselesine, Mümtaz’er Türköne hocanın yaptığı, “Kürt meselesi öncelikle bir dil meselesidir” tesbiti perspektifinden bakarsanız, bu açılım gâyet önemlidir.
TRT 1'de geçenlerde yayımlanan ve Mithat Bereket'in hazırlayıp sunduğu "Pusula" programında Kürt sanatçı Şivan Perwer'in hayat hikâyesi de, Kürt meselesinin öncelikle bir dil meselesi olduğunu ortaya koyuyordu. Üniversite yıllarında Kürtçe türkü söylediği için yurt dışına kaçmak durumunda kalan Perwer, 33 yıllık sürgün hayatını hâlâ noktalayabilmiş değil.
40 bin civarında insanımızın hayatını yitirdiği terörün temel besleyeni de maalesef Kürtçe yasağıydı. Bu anlamsız yasak, PKK’nın kitleselleşmesinde elindeki en güçlü argümandı. Bu nedenledir ki; PKK, TRT Şeş açılımından hayli rahatsız oldu.
Osmanlı’nın “millet sistemi” yerine ikâme edilmiş “ulus devlet”, Anadolu’da yaşayan ama Türk olmayan Müslüman unsurları asimilasyona zorlama anlayışı üzerine kurulmuştu. Bu zorlamanın en çok problem çıkardığı alan ise, dildi.
Kürtlerin dışındaki diğer Müslüman unsurlar fazla itiraz etmedi bu zorlamaya. Ama Kürtlerin anadillerini korumak istemeleri sistemi agresit kıldı. Diğer meselelerde ise zaten Türk Kürt fazla ayrı düşmezdi. Ortak tarih, kültür ve en önemlisi de din birliğinden dolayı iki milletin şuur haritası aynı sayılırdı. Kürtler aynı haritanın Kürtçesini korumak istiyorlardı, kırılma noktası da burasıydı. TRT Şeş, bir bölen olan bu yanlış Kürtçe yasağını kaldırmıştır. Hem de sükûnetle..
İkinci önemli hadise, Ergenekon terör örgütünün ifşa edilmesi ve şok operasyonların art arda gelmesi. Bir dönemin kudretli generalleri, YÖK başkanı, muvazzaf subaylar, Yargıtay Onursal Başsavcısı, yazarlar, gazeteciler, işadamları, siyasiler ve daha niceleri ya tutuklanıyor ya da polis sorgusundan geçiyor. Elde edilen bilgiler doğrultusunda yapılan kazılarda topraktan cephânelikler fışkırıyor.
Bu olay bana; 11 Eylül saldırıları sonrası Amerikan film endüstrisi Hollywood’da çalışan bir senaristin, “Eğer olaydan önce 11 Eylül vâri bir senaryo yazsaydım, çok uçuk diye işten kovulurdum!” demesini hatırlattı.
Ben de şimdi Ergenekon çetesiyle bağlantılı olarak tutuklananların listesine, ele geçen krokilere, hedefteki insanlara, ülkeyi ele geçirme planlarına baktığımda, aynı duygudan kurtaramıyorum kendimi.
Ortaya çıkanlar buzdağının su üstündeki kısmı. Buna rağmen sanıklar listesindekiler neredeyse ismi bir dönem devletle özdeşleşmiş kişiler. Çetenin derinliğine paralel derin bir yargı sürecinin başlatılması, kısa süre öncesine kadar fantezi sayılırdı. Bu konuyu gündeme getirenler ise komplo teorisyeni diye marjinalliğe mahkum edilirdi.
Şu âşikâr ki; devlet, kendi içindeki kontrolden çıkmış bir darbeci derin yapılanmayı tasfiye ediyor ve karanlık yüzüyle hesaplaşıyor.
Bütün sorumluların adâlet önüne çıkarılacağına kesinlikle inanmıyorum. Lâkin, olacak olan şudur: Kamuoyunu kısmen rahatlatacak bir yargılama sürecine tanıklık edeceğiz. Ama asıl önemli olan, bu illegal yapılanma tasfiye edilecek. Bu da az bir şey değil elbet.
Bir diğer önemli gelişme ise, Deniz Baykal'ın CHP adına başlattığı "çarşaf açılımı". Başörtüsünün yeminli karşıtı CHP, daha geçen yıl yasama makamı Meclis’in başörtüsüyle ilgili çıkardığı düzenlemeyi mahkemeye taşımış ve ülkeyi gerilime sürüklemişti. Hem de TBMM’nin anayasal iradesini ayaklar altına alma pahasına.
CHP’nin bu inisiyatifi, başörtüsü yasağının kaldırılması yolunda “Nuh deyip peygamber demeyen” kemikleşmiş yasakçı kesimin zihinlerini, yasağın kaldırılabileceğine alıştırılması sadedinde önemlidir. Yakın gelecekte başörtüsü yasağı kalkarsa, şaşırmam. Yasak kalkarsa elbette rejim değişmeyecek. Ancak sun’î toplumsal gerginlik normalleşecek.
Bu meyanda en önemli husus ise, çarşaf açılımının müesses nizamdan âzade yapılmamış olması gerçeğidir.
Yukarıda ele aldığımız değişimler aslında bir hukuk devletinde vakayı âdiyeden sayılır. Ama bizde aynı durum geçerli değildir. Yargı siyasallaştığından ve yargının refleksleri rejimi koruma dürtüsüyle harekete geçtiğinden, gelişmeler küçümsenemez.
Ülkenin yakın tarihi hatırlandığında bu gelişmeler, insana, ülkede sessiz bir devrim yaşandığı hissini veriyor. Ancak, ortada bir halk devrimi nitelemesini hak edecek bir şey de yok. Zira değişimler halkın iradesiyle yapılmıyor. Her şey devletin kontrolünde gerçekleşiyor.
O zaman neler oluyor?
Kanaatimce hâdise şudur: Devlet kendisini hâlihazırdaki yerel ve konjonktürel şartlar muvacehesinde yeniden yapılandırıyor. Böylece yeniden şekillenecek 21. yüzyılda oyun kurucu olabilmek için ayak bağlarını gevşetiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi