Arkeolojik kazılar ve 'derin devlet'in keşfi..

Arkeolojik kazılar ve 'derin devlet'in keşfi..

Ergenekon Soruşturması'nda gözaltına alınan veya tutuklanan sanıkların kimliklerinden yola çıkarak, "Yahu bunlar aynı örgütten olabilir mi hiç" yorumları yapılıyor yapılmasına ama soğuk savaş döneminden kalma bu tür yapıların özelliğidir karman çorman görünmesi. Arkeolojik kazı aşağıya doğru, daha derine indikçe 'derin devlet' berraklaşmaya, tekleşmeye başlar. Derin devletin keşfi olarak da bakabilirsiniz yeraltında çıkan cephaneliklere. Kazıları matruşka bebeklerine de benzetebilirsiniz. Tabii bebekler kadar masum değil bu iş, o da ayrı.

Bakın "Newsweek" dergisinde, "Ergenekon davası"nın Türkiye'de bir değil, iki derin devletin varlığını gösterdiği şeklinde bir analiz yer almış.Yazar Grenville Byford Kemalistlerin oluşturduğu 'temiz derin devlet'in, şeytani ikizi olan 'kirli derin devleti' koruyup korumayacağının en kritik soru olduğunu yazmış. Derin devletin Ergenekon davasıyla mahkemeye çıkarıldığını, ancak bu davayla birlikte tek bir derin devletin değil, birbirine ikiz kardeş kadar benzeyen ancak bir o kadar da farklı olan iki derin devletin açığa çıktığını yazmış Byford.

Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür de Taraf'tan Neşe Düzel'e verdiği röportajda AB süreciyle birlikte yaşanan demokratikleşmeyle Türkiye'de sivil siyaset güçlendiğini, dolayısıyla bu süreçte sivil siyasete destek veren bürokratik güçlerin ortaya çıktığını belirtmiş. Övür'e göre orduda olduğu gibi MİT'in sivil kadroları da Ergenekoncu olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılmış durumda. Ergenekoncu olmayanlar, Türkiye'nin dünyayla uyumlu olmasını ve Ergenekon yapılanmasının açığa çıkarılmasında büyük rol oynuyorlarmış. Ama diğer yanda aynı MİT'te hâlâ çok sağlam ve çok sert bir Ergenekoncu kanat varmış. Geçmişte Susurluk'u yaratan grup da buymuş zaten. Üstelik bunlar Ergenekon'un yargı sürecine direniyorlarmış, vs.

Övür'ün röportajını okumadan önce Sydney Pollack'ın çektiği, Robert Redford'un başrolde oynadığı "Akbaba'nın Üç Günü" filmini seyretmiştim. Film Amerika'da Watergate Skandalı'nın ortaya çıkmasının hemen ardından, 1970'lerin ortasında çekilmiş. Bir petrol krizini bahane ederek Ortadoğu'yu işgal planı yapan CIA'nın bir komplosunu konu ediniyor film. Kod adı "Akbaba" olan CIA araştırmacısı Joseph Turner farkında bile olmadan komployu deşifre ederek durumu üstlerine rapor ediyor. Akbaba'nın birlikte çalıştığı mesai arkadaşları öldürülüyor. Bir tesadüf eseri Turner öldürülmekten kıl payı kurtuluyor. Planı yapan CIA içinde bir gruptur. Bu grubun komplosuyla CIA Amerika'yı bir savaşa sürüklemektedir. Turner kız arkadaşına komployu anlatırken,"belki CIA'da başka bir CIA daha vardır" diye bir laf eder. Filmin sonunda Turner'in yardımıyla CIA'nın diğer grubu komplocu grubu tasfiye eder. Komplo boşa çıkarılmıştır ama bu komplonun medyada yer alarak halkın bilgilendirilmesini önleyen de CIA'dır. Sizi bilmem ama bana ilginç geldi, izleyin derim.

Siyam ikizi gibiler..

Siz hiç gözünü kırpmadan adam öldüren katillerle bir arada yaşamak ister misiniz? İstemezsiniz.. Selamı, sabahı kesersiniz, gerekirse evinizi, gerekirse mahallenizi değiştirirsiniz. Hiçbir platformda katillerle bir arada bulunmak istemezsiniz. Savaşta insanlar ölür, arada masumlar da yanar..Ama masum insanları katledenlere-bu savaşta olsa bile- sıcak bakmazsınız. Hele de ölenlerin bir kısmı çocuklar ise..

İsrail Gazze'ye bomba yağdırıyor, ölenlerin üçte biri çocuk, geri kalanları ise sıradan Filistinliler. Masum sivilleri topluca öldüren bir devlet nasıl oluyor da başka devletler tarafından hoşgörüyle karşılanabiliyor? BM üyesi devletler-özellikle veto yetkisini sahip Güvenlik Konseyi üyeleri- aralarında çocuk katili bir devlet bulunmasından hiç mi rahatsızlık duymuyorlar?

Bir habere göre ABD, İngiltere'yle birlikte BM'deki oylamada ateşkes çağrısına ilişkin metne destek verecekmiş.İsrail başbakanı Olmert, Bush'u aramış "Böyle bir destek veremezsiniz" demiş. Bush da kendisinden bekleneni yapmış, destek geri çekilmiş.Çünkü Amerika, İsrail'in asli kurucu ögelerinden biri. 1947'de "mandater devlet" olarak İngiltere'nin iki tarafın ortak rızasını sağlamaya ilişkin bütün girişimleri ABD tarafından boşa çıkarıldı. Amerika olmasaydı, İsrail olmazdı. "Bir devletin zevali kuruluşunda gizlidir" derler. Amerika olmasaydı ne İngiltere ne Türkiye, ne de diğer Batılı devletler "İsrail oldubittisi"ne onay vermeyeceklerdi. Belki o zaman bir orta yol bulunabilirdi.

İsrail için Amerika sadece hami değil, aynı zamanda altın yumurtlayan tavuk. Amerikan bütçesinin bir kısmı İsrail'e ayrılıyor. Yıllardır bu böyle, siyam ikizi gibiler adeta. Altmış yıldır Amerika İsrail'i besleyip büyüttü. Ama her şeyin bir sınırı var, dünya değişiyor, kartlar yeniden karılıyor. İsrail'in savaş lordları durumun farkında, bu yüzden Obama'yı oldu bittiye getirmek istiyorlar. İsrail Gazze'ye bomba yağdırarak, sivil kayıpları artırarak bilinçli olarak kendini yalnızlaştırıyor.. Son bir hamleyle "Bakın dünya Yahudilere karşı ayakta, anti-semitizm yayılıyor" diyerek ABD'yi de kendisiyle birlikte sürüklemeye çalışıyor. Umarız Obama da bunun farkındadır. İsrail ve ABD arasındaki simbiyotik ilişki son bulmadıkça Ortadoğu'da barış olamaz.Yeni bir dünya sistemi kurulsa ne olur, kurulmasa ne olur! Değerler aynı kaldıkça, ha eskisi, ha yenisi.. Kendimizi aldatmayalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi