Kasaturayla gelenler kasaturayla giderler..
30 yıldır kasaturayla Mısır halkını yöneten Hüsnü Mübarek yine kasaturayla iktidarını kaybetti. Mısırlılar Mübarek-Soliman ikilisinin şahsında simgeleşen 58 yıllık "Tek Parti rejimi"nin bütün unsurlarıyla son bulmasını istiyor. Mısırlılar artık kendi hükümetlerine kuşun avcıya baktığı gibi bakmak istemiyorlar.
"Kasatura ile yapılamayacak tek şey, üstüne oturmaktır"
Bu sözü söyleyen kimdi hatırlamıyorum ama doğruluğunu "Hüsnü Mübarek" örneğiyle bir kez daha anlamış bulunuyoruz.
Mübarek otuz yıl kasaturayla ülkesini yönetti, kendi adamlarını kilit noktalara yerleştirdi ve Mısır'ın ekonomik kaynaklarını aralarında paylaştırdı.
Tabii pastadan en büyük payı da Mübarek ailesi aldı.
Üstüne üstlük Arap-İslam dünyasının gözbebeği olan bir ülkenin ordusunun, yılda bir milyar dolar karşılığında İsrail'i koruma görevini devam ettirmesini sağladı.
Böylece Enver Sedat'ın Mısır halkının rağmına gerçekleştirdiği Arap haysiyetini yaralayıcı politikalarına sahip çıktı.
Mübarek, askeri kast'ın rağmına iktidarını(Cemal Mübarek eliyle) devam ettirmeye kalkışınca işte yukarıda aktardığımız söz gerçek anlamını buldu.
Mübarek kasaturanın üstüne oturdu ve işi bitti.
Mısır halkı kendi hak ve hukukunu tekrar kurmak için meydanlara inerek Mübarek rejimine duyduğu nefreti tüm dünyaya ilan etti.
Askeri kast kendi içinde bölündü ve Mısır halkı Mübarek'in başını(istifası) alma hedefine kitlendi.
Elias Canetti'nin "Kitle ve İktidar" kitabındaki "sürü avının kanını, ölümünü ister" biçiminde ifadesini bulan harika betimlemesine uygun olarak Mısır halkı Mübarek'in başını alıncaya kadar bu hedefinden hiç şaşmadı.
Mübarek'i otuz yıldır tahtında tutmaya yarayan kasatura bu kez Mübarek'i tahtından etti.
KRAL GİTSİN, CUNTA GELSİN İSTEMEMİŞLERDİ!
1882'den bu yana Mısır halkı özgürlüğünü arıyordu.
İngilizler Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Mısır halkının avuçlarına özgürlük arayışlarının bir bedeli olarak sahte bir krallık bırakmıştı.
Görünürde bir kralları olmuştu Mısır halkının ama onun da arkasında ülkeyi idare eden İngilizler idi.
1952'de Mısır ordusu bu sahte krallığı devirdiklerinde Mısır halkının bir sözde cumhuriyeti olmuştu ama bu kez de ülkeyi bir cunta yönetmeye başlamıştı.
Oysa Mısır halkı "Kral gitsin, cunta gelsin" istememişti.
59 yıl devam eden tek parti idaresinin Mısır'ı getirdiği nokta Mısırlıların düşlediklerinden çok farklıydı ve zaten bu rejimin sonunu getiren de bu oldu.
Mübarek'in ikinci adamı "Soliman"la muvazaalı bir oyun kurarak son bir kez daha tahtta kalma girişimi geçen Cuma günü Tahrir Meydanı'nda bir kez daha Mısır halkının direnişiyle karşılaşarak bozuldu.
Mısır halkının talepleriyle alay edercesine Mübarek'in doğura doğura bir Soliman doğurması, diktatörlerin kendi durumlarını değerlendirmekte ne kadar yetersiz kaldıklarını gözler önüne serdi.
Oysa Mısır halkının gözünde Mübarek ve Soliman aynı kişidir. Biri kasaturadır, diğeri kasaturayı tutan eldir.
Mısırlılar Hüsnü ve Soliman'ın şahıslarında simgeleşen kasatura rejimine son vermek istiyorlar.
MISIRLILAR GÜÇ ÇATIŞMALARININ KURBANI OLDU
1919'daki İngiliz yönetimine karşı gerçekleşen Mısır Devrimi'nde önemli rol oynayan Sad Zağlul'un bir sözü vardı ki, Mısır halkının yüzlerce yıl kendilerini yönetenlere nasıl baktığını göstermesi bakımından bir yerlere not etmek lazım.
Zağlul, "Halkın hükümete bakış açısı hep bir kuşun avcıya bakışı şeklindeydi" demiştir.
İngilizler gitti, kral geldi, kral gitti cunta geldi ama Mısırlıların durumu pek de değişmedi.
Yüzyıllarca İslam dünyasının en cazibeli ve en zengin merkezlerinden biri olan Mısır, Mısır hidivlerinin şatafatlı yaşam biçimleri ve giderek artırdıkları dış borçlar yüzünden 1800'lerin sonlarından itibaren yoksullaştı.
Sadece yoksullaşmakla kalmadı, üstüne üstlük Süveyş Kanalı'nın jeopolitik önemi karşısında şehvete kapılan Fransız ve İngilizlerin eline düştü.
Mısırlılar İngilizler ve Fransızlar arasındaki emperyalist çıkar çatışmalarının kurbanı oldular.
1950'lerde İngiltere'nin yerini Amerika aldı.
Mısırlılar bu kez de Soğuk Savaş dönemindeki güç çatışmalarının esiri haline geldiler.
MISIRLILAR AV OLMAK İSTEMİYOR
Hüsnü Mübarek gitti ama bir ara dönem başladı ve bu dönemin Mısır halkının talepleriyle ne kadar uyuşabileceği konusunda durum o kadar da açık görünmüyor.
Çünkü Mübarek'in yerini yirmi yıldır Savunma Bakanlığı yapan Mareşal Tantavi aldı.
Bu ara dönemin gidişatını ise "Askeri Konsey" belirleyecek.
Elbette Mısır'da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bunda bir kuşkumuz yok.
Gönül isterdi ki bu ara dönemin gidişatını Mısır ordusu değil Mısır halkı belirlesin.
Lakin bu fırsat hiçbir zaman Mısırlılara verilmedi.
Şimdi de "Tek Adam"ın vesayetinden kurtulurken bir başka vesayetin pençesine yakalanmak istemiyorlar.
Mısır halkı üç yüz şehit vererek meydana getirdiği büyük dalganın üzerine eski rejimden kalma birilerinin oturarak sörf yapmasına izin vermeyecektir.
Mısırlılar artık bir kuşun avcıya baktığı gibi bakmak istemiyorlar.
Onlar av değil, avcı durumundalar şimdi.
Artık av olmak istemiyorlar.
İHTİLAL KENDİ ÇOCUKLARINI YEDİ
Lakin bu birliktelik çok kısa sürdü ve General Necip saflığının kurbanı oldu.
Konsey içinde ipleri iyice eline geçiren Albay Nasır, General Necip'in yetkilerini devraldı.
General Kahire yakınlarındaki Merg Köşkü'nde göz hapsine alınmıştı.
General Necip'i destekleyen Devrim Konseyi üyelerinden Halid Muhiddin İsviçre'ye sürgüne gönderilmişti.
Nasır'ın iktidarı ele geçirdikten sonraki ilk icraatı grev yapan ve Mısır Bankası'na ait olan fabrikayı işgal eden tekstil işçilerinin üzerine ateş açtırmak oldu.
Sekiz işçi hayatını kaybetti.
İşcilerin lideri Mustafa Hamis ve bir arkadaşı fabrika önünde kurulan askeri mahkemede yargılanarak idama mahkum edildi.
İdamlar o gün aynı yerde, halkın gözünün önünde gerçekleşti.
Mısırlılar o gün Albay Nasır'ın nasıl bir idare istediğini anlamışlardı.
Halkı Kral Faruk'tan kasaturayla kurtaran ihtilalciler, kasaturayla iktidarda kalacaklarını göstermişlerdi.
İktidar sivillere geçmemişti.
İngilizler de, Amerikalılar da siviller gelirse bu sivillerin kimler olacağını çok iyi biliyorlardı.
"Aman Müslüman Kardeşler gelmesin" diye Nasır'ın bir dikta rejimi kurmasına ses çıkarmamışlardı.
Oysa Kral Faruk devrildiğinde Süveyş'te İngilizlerin 80 bin askeri vardı.
İngilizlerin desteğiyle iktidarda kalan Kral Faruk, 1952 Temmuzunda yüzüstü bırakılmıştı.
Hüsnü Mübarek'in Amerika tarafından yüzüstü bırakılması gibi.
Mısırlıları bekleyen bir tehlike daha var!
Mübarek rejimi tam anlamıyla ilga olmadı, ipin ucunu yine askerler ele aldılar. Geçiş sürecine "askeri konsey" hakim olacak.
Bu aşamadan sonra eski rejimin bir parça daha iyileştiri-lerek sürdürülmesi pek mümkün gözükmüyor ama birileri Mısırlıların dipten gelen dalgasını anlamazlıktan gelebilirler.
1952'de "Hür Subaylar" Kral Faruk'u devirdiklerinde yönetimi sivillere devredeceklerini ilan etmişlerdi.
İhtilalin kudretli Albayı Cemal Abdünnasır bile öyle düşünmediği halde aynı şeyi söylüyordu.
İhtilalin yumuşak yüzlü lideri General Necip yönetimi sivillere devretme konusunda samimiydi. Sivil siyasetçilerden Ali Mahir Paşa'ya başbakanlık teklif etmişti.
VAATLERİNDE DURMADILAR
İhtilalcilerin halka vaad ettiği iki şey vardı..
Birincisi, Süveys Kanalı'nın millileştirilmesi, ikincisi serbest seçimlere dayalı demokratik bir yönetim kurmak.
Halk General Necip'i bağrına basmıştı.
WAFD Partisi de bu vaatlere güvenerek iktidarı devralmaya hazırlanıyordu.
Yarısı askerlerden oluşan ilk hükümeti Ali Mahir Paşa kurdu ama ömrü iki ay kadar sürebildi.
İhtilalciler seçimlere gitmek konusunda ikiye ayrılmıştı. Seçimlerden WAFD Partisi'nin zaferle çıkacağı belliydi.
Nasır ve arkadaşlarının kafasında ise bambaşka hedefler vardı, kasaturayla elde ettikleri iktidarı sivillere devretmeye niyetleri yoktu.
KENDİ ARALARINDA BÖLÜNDÜLER
İkinci hükümetin neredeyse tamamı "Devrim Konseyi" üyelerinden oluşmuştu.
General Necip Başbakan, yardımcısı ise Albay Nasır'dı.
Henüz cumhuriyete geçilmemişti, bu yüzden devlet başkanlığını da, birisi asker üç kişilik "Naiplik heyeti" temsil ediyordu. Bir yıl kadar durum bu vaziyette gitti, ufukta seçim falan görünmüyordu.
İhtilalciler halkın dikkatini kanalın millileştirilmesi hedefine çekmişlerdi. İngiltere ile ihtilalciler arasında süren müzakere-ler sonuç vermişti.
İngiliz askerleri Süveyş Kanalı'ndan çekileceklerdi.
General Necip askerlerin kışlalarına dönmelerinin zamanının geldiğine dair açıklamalar yapıyordu.
Devrim Konseyi'nde Nasır'ın başını çektiği ekip ise böyle düşünmüyordu. Nasırcılar Necip'i kurt politikacıların elinde esir olmakla suçluyorlardı. Devrim Konseyi içinde yaşanan sert tartışmaların ardından General Necip istifa ettiğini açıkladı.
Kardeş kavgasına sebep olmamak için yurt dışına çıkmaya karar vermişti. Nasırcılar, Necip'in halk nezdindeki prestijinin yüksek olması sebebiyle onu kararından vazgeçirmek istediler.
İstifa haberi üzerine halk sokaklara dökülmüş ve Abidin Sarayı'na yürümüştü.
Albay Nasır zor durumda kalmıştı.
Devrim Konseyi havaalanında bekleyen General Necip'i ikna ederek görevine dönmesini sağladı.
General istifasını geri aldı ve Abidin Sarayı'nın balkonundan halka hitap etti.
Yanında Albay Nasır vardı.
General Necip, Nasır'ın elini tutup havaya kaldırarak birlik mesajı verdi.
Böylece Nasır'ı içine düştüğü kuyudan çıkarmış oldu.
Hüsnü Mübarek Kral Faruk'un akibetinden ders almamış!
Kral Faruk da Hüsnü Mübarek gibi halkının taleplerine kulakları ka-patmıştı.Tahtını korumasını İngiliz işgal kuvvetlerine borçluydu.
İngilizlerle gizlice anlaşarak Mısır'ı demokratik bir cumhuriyete taşıyacak nitelikteki "WAFD'" Partisi'ni bozguna uğratmıştı.
Ama kendisi de altı ay kadar sonra "Hür Subaylar" tarafından devrilmişti.
Kral Faruk hiç kimsenin beklemediği şekilde, olgun bir elmanın daldan düşmesi gibi bir anda düşüvermişti.
Kendi sarayı dışında bir toplumsal tabana yaslanmıyordu ve Mısır'ın bir nebze de olsa ekonomik bakımdan gelişmiş zümresinin önünde de engel teşkil ediyordu.
Bu zümrenin temsilcileri Amerikan sefaretiyle gizli temaslar kurmuşlar ve Faruk rejiminin devrilmesi karşısında ABD'nin parmağını oynatmayacağı mesajını almışlardı.
"Üzerinde güneş batmayan" İngiliz imparatorluğunun yıldızının kaymasının ardından başlayan dönemin parlayan emperyalist yıldızıydı Amerika.
Amerikalıların Kral Faruk'a tek faydası, hayatının güvence altına alınmasıydı.
İskenderiye'deki yazlık sarayında halk tarafından değil ama tanklarla kuşatılan Kral Faruk için artık iktidarını sürdürmek değil canını ve malını kurtarmak önde geliyordu.
Çocuk yaştaki Prens Ahmed Fuad lehine tahtan feragat ettiğine dair (ki bunun bir önemi yoktu) kağıdı imzalayan Faruk yanında dönemin Amerikan büyükelçisiyle birlikte yazlık sarayından çıktı.
Ve Mısırlıların nefretle andıkları sefahat dolu gecelere imza atan "Mahrusa" adlı yatına binerek Mısır'dan ayrıldı.
Kral Faruk için hiç kimse parmağını bile oynatmamıştı.
Ardından açıkça gözyaşı döken tek bir Mısırlı bile çıkmadı, tam aksine Faruk'un devrilmesi bayram havasında karşılandı.
Mısır halkı için önemli olan, kendilerine çok yukarılardan bakan bir firavunun daha devrilmesiydi.
O dönemde Mısır elçiliğimizde görevli olan Mahmut Dikerdem, Kral Faruk'un halkından ne kadar uzak olduğunu şu cümleyle özetler:
"20. Yüzyıl'ın ortasında onun gibi bir kral ancak operetlerde görülebilirdi".
Bir tarafta İngiliz Kraliçesi'ni bile gölgede bırakan şatafatlı yaşamıyla Kral Faruk.
Diğer tarafta ise bütün yoksulluklarıyla ve yabancı güçler tarafından uğratıldıkları aşağılanmışlıklarıyla yaşamaya terk edilmiş Mısırlılar.
Açıkçası, "Hür Subaylar" yozlaşmış ve zaten ömrü çoktan dolmuş bir rejimi devirdiler.
21. yüzyılın başlarında Hüsnü Mübarek ve rejiminin nasıl görüldüğünü ise Tahrir Meydanı tüm dünyaya gösterdi.