Bu ateş herkesi yakar!
Neydi asker? Hudutlarımızı, namusumuzu, huzurumuzu, bizi koruyacaktı..
Ama şimdi gencecik askerlerimizi nasıl koruyacağımızı tartışıyoruz.
Bu tartışmalarda bir tuhaflık yok mu?
Dünyanın her yerinde terörle nasıl baş edilebileceği konusunda ortak bir tecrübe var.
O tecrübeler, benzer sorunlar yaşayan toplumlar için de örnekliklerdir.
Önce teröre kaynaklık eden sorunları doğru teşhis etmek gerekiyor..
Terörün elinden gerekçelerini almak gerekiyor.
Zaten gözü dönmüş terör, bu gerekçeleri elinde tutarak, 'sorun'a "kapatma" muamelesi yapıyor.
Terörün ipotek koyduğu bu sorunu terörün elinden kurtarmak gerekiyor ilkin.
***
Bir devlet güvenliğini hiçbir yabancı güce teslim edemez.
İşte, bir şey olur ve o yabancı güç sizin en sıkışık zamanınızda ortadan kaybolur.
Kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz.
Bakın neleri tartışıyoruz..
"Amerika anlık istihbarat paylaştı mı paylaşmadı mı?"
"vaktinde mi paylaştı, geç mi paylaştı?"
"İnsansız hava araçlarını uçurabildik mi, uçuramadık mı?"
Doğrusunu söylemek gerekirse utanç verici buluyorum bu tartışmaları..
"Kendi yolumuzu" kendimiz bulmalıyız..
Ateş düştüğü yeri yakıyor..
O halde ateşi hisseden herkes serinkanlılıkla hareket etmeli..
Terörün açtığı yoldan gitmemeliyiz.
Çünkü o yol, yol değildir.
O yol, kan ve gözyaşı yoludur.
Amacı terör olan terör insan hayatına önem vermez.
***
Akil Türkler ve akil Kürtler, teröre dur demek için inisiyatif almalıdırlar.
Silahların ve terörün hapsettiği sağduyuyu serbest bırakmanın yolunu bulmalıyız.
Yüz çiçek açsın, yüz fikir yarışsın, herkes eteğindeki taşları döksün..
Terörün sesi her sesi bastırıyor diye bölge insanımızın sağduyusundan şüphe etmeyelim..
Tam aksine makul çözüm isteyen akil adamların inisiyatif alabilmeleri için cesaretlendirici olalım.
Birlikte yaşamaya iman etmiş insanlarımızın ümitlerini yok etmeyelim..
Tarih, zamanında alınamayan inisiyatiflerin nelere mal olduğunu gösteren örneklerle doludur.
İnsanlığı ilerleten devrimlerin zamanında alınan inisiyatiflerle gerçekleştiği de bir gerçek.
"Bildiğimiz tarih" başka türlü de yazılabilirdi demek istiyorum.
***
Sorunun çözümlenmesi için atılan adımları yetersiz bulabiliriz.
O halde herkes olumlu bir katkı vermeli..
Maalesef şimdiye kadar muhalefet, demokratik açılımın sürdürülmesine engel teşkil edecek bir siyaset izledi..
Gündelik siyasetin bıktırıcı bağırışları açılımı gölgede bıraktı..
Hükümeti daha da cesaretlendirici bir katkı sunulamadı..
Oysa sorumluluk taşıyanlar bu meselenin çözümlenmesini zorlaştırıcı bir siyaset izlememeliydiler..
Bu herhangi bir hükümetin meselesi değildir..
Siyasi partilerimiz vatan ve huzurla, parti çıkarlarını aynı çuvala koymaktan vazgeçmeliler.
Ateşe körükle gitmemeliler..
Terörün amacı hükümetlerin acziyet içinde olduklarını kanıtlamak değil midir?
Hükümetler gelir giderler ama bu ateş o koltuklarda oturmaya heves edenleri de yakar.
Hiç kimse bunu unutmamalı.
Artık ağıtlar yakılmasın..
Ağıtlar, bir halkın gözyaşlarıdır..
Ve "anaların gözyaşları dinsin" demektir aynı zamanda..
Bir çığlıktır ağıtlar..
Ve "babaların kalpleri ızdırapla dolmasın" demektir aynı zamanda..
Bir mektuptur ağıtlar..
Ve "durdurun artık kanı" demektir aynı zamanda..
Habil ve Kabil'den bu yana bir gelenektir ağıtlar..
Ve insanın insanı öldürmesine bir isyandır aynı zamanda..
Ağıtlar, analar demektir..
Vatan da bir anadır..
Anaların ağıtlar yakmadığı bir vatanda yaşamak ister her insan..
Terörün tel örgüleriyle kuşatılmamış bir vatanda yaşamak ister her insan.
Vicdansızlığın kolbaşı gezmediği bir vatanın kollarında ölmek ister insan.
Vatan demek, huzur demektir.
Huzur yoksa, vatan da anlamsızdır.
Huzurlu bir vatanda oğullar babalarını gömerler..
Ne hazin, babalar oğullarını gömüyor şimdi!
Artık bu görüntülere son vermenin vakti gelmedi mi?
İlhan Selçuk'a dair hatırladıklarım..
Kabul edelim, söylediklerinde ve yazdıklarında samimi bir adamdı..
Kafasında bir dünya vardı ve o dünyada bizim gibilere yer yoktu, ona da kabul..
Bizim dünyamıza gözleri kapalıydı..
Ama bizim dünyamızda İlhan Selçuk'lara yer vardı ve belki biz bunu gereği gibi anlatamadık.
1970'lerden beri ideolojik macerasını az çok bildiğimi sanıyorum.
Sol Kemalizm'in en tipik temsilcilerinden biriydi.
Kafasındaki dünyayı kurmak için cuntacılarla işbirliği yapacak kadar ileri de gitmişti..
İleri gitmesinin bedelini "12 Mart" döneminde işkencelerden geçerek, hapishanelerde yatarak ödedi.
28 Şubat sürecinde ve sonrasında "Sağ Kemalistler"le aynı safa düşecek zaaflar da gösterdi.
Batıcı Laik aydınlanmanın Kemalist versiyonunun halkı daha ileriye götüreceğine inanıyordu.
Laikliği jakobenliğe kadar vardırmış ütopik bir aydınlanmacıydı..
Keşke ayakları bu halkın zeminine basabilseydi düşünce hayatımıza olumlu katkılar da sunabilirdi..
Kendi ifadesiyle 1971'de cuntacılarla yaptığı işbirliğinden fena halde canı yanmıştı..
"Cumhuriyetçi Sol Kemalistler" olarak aldatılmışlar ve yarı yolda bırakılmışlardı..
Ergenekon Davası'nda ortaya çıkan konuşmalarına göre "ikinci bir kez" daha yarı yolda bırakılmaktan korkuyordu..
Romantik Kemalizmin ikinci bir kez daha yarı yolda bırakılmasına sebep oldu.
Hikmet Çetinkaya'nın yazdıklarına göre, "Cumhuriyet" gazetesinin ideolojik çizgisinde bir esnemeye gitmesi gerektiğini düşünüyordu..
Kendi adıma konuşacak olursam, bu esnemeyi çok önemsemiştim..
Ergenekon'dan sonra bir başka İlhan Selçuk'la karşılaşacağımız hissini uyandırmıştı bizde.
Gazetedeki değişiklikler onun eseriydi..
Ne ki giderek ağırlaşan hastalığı yüzünden İlhan Selçuk'un değişim rotasını bütün boyutlarıyla izleyemedik.
Sol Kemalist çevre üzerinde etkili bir şahsiyetti, onların "İlhan Abi"siydi..
Bizim için ise, temsil kabiliyeti olan gözükara ve inatçı bir hasımdı.
İnandığı gibi yaşadı ve inandığı gibi öldü.
Toprağı bol olsun.